Gazze'deki soykırım: kimsenin unutamayacağı yedi suç
Soykırım 150 gündür devam ediyor. 150 gün boyunca savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar öylesine hızlı bir şekilde birbirine ekleniyor ki bunları görmezden gelmeye başlamamız mümkün. Oysa bu suçların birçoğu haftalarca olmasa da günlerce manşetlerde yer almayı hak ediyor. Batı medyası tam da aksine, bunları neredeyse hiç haberleştirmedi. Bugün bizi bunlardan yedisini (yeniden) öne çıkarmaya iten sebep de budur. Bu savaş boyunca ulaşılan akıl almaz insanlık dışı durumu yansıtan, asla akıldan çıkarılmaması gereken yedi suç.
Batılı liderlerin El-Şifa hastanesinin bombalanması karşısında öfkelendiği ve bizim, İsrail ordusunun suçluluğu kanıtlandığında, bu ölümcül eğlencelerine son vereceklerini hala hayal edebildiğimiz günler ne güzeldi. Ama ne yazık öyle olmadı. O tarihten bu yana 28 hastane ve 65 klinik, fütursuzca tamamen ya da kısmen yıkıldı. O tarihten bu yana, bazı medya kuruluşları kendilerini öylesine İsrail propagandasını yayan kanallar haline dönüştürdüler ki, televizyon stüdyolarında tartışmalar hastanelerin hedef alınmasının meşruluğu, altlarına Hamas tünelleri inşa edilmesinin meşruluğu etrafında yapılmaya başlandı (bu bilgiler güvenilirliği ve tarafsızlığı aynı derecede olan İsrail ordusu tarafından aktarıldı).
O günden bu yana Gazze Şeridi küle döndü ve beş ay içinde 30.000'den fazla insan, aralarında yağ içinde eriyen ve çoğu zaman ölümlere ya da amputasyona yol açan beyaz fosfor gibi kimyasal silahlar da dahil olmak üzere kitle imha silahlarıyla öldürüldü ve 70.000'den fazla kişi yaralandı. Bu arada, bölgeyi ziyaret eden insani yardım görevlilerinin görüşüne göre, bu 30.000 ölüm rakamı gerçeğin çok altında kalıyor ve asıl rakam100.000'e yaklaşıyor. Basit bir karşılaştırma yapmak gerekirse, iki yıl içinde Ukrayna'daki savaş yaklaşık 10.000 sivilin ölümüne ve 20.000 sivilin yaralanmasına neden oldu.
Bu ürkütücü rakamlara rağmen Gazze'deki kurbanlar medyanın ilgisini çekmiyor. Arrêt sur Images'ın geçtiğimiz ay TF1 ve France 2 kanallarında yayınlanan haberlerden yaptığı analiz bunun kanıtıdır. Toplam 29 saatlik yayın süresinin yalnızca 5 dakikası Gazze Şeridi'nde devam eden soykırıma ayrıldı. Ancak yine de çoğu zaman sadece birkaç yıkılmış bina görüntüsü ve isimsiz kurban figürleriyle yetinilen, soykırımın nasıl sunulduğu konusunu hiç açmıyoruz. En iğrenç suçlar, olay yerinde işlenen vahşeti açıklayabilecek bireysel hikayeler neredeyse hiçbir zaman kamuoyunun dikkatine sunulmuyor. Ancak bu hikayeler gerçek, Gazzeli Filistinliler tarafından sosyal ağlarda yayınlanıyor ve birbirlerini o kadar hızla takip ediyorlar ki X, TikTok ve İnstagram hesapları artık gerçek bir dehşet atlıkarıncasına benziyor. Şaşkınlık unutmaya mazeret olamayacağı için bunlardan bazılarını anımsatıyoruz:
1. Gazeteci Wael el-Dahdouh'un ailesinin « aşama aşama » öldürülmesi
Wael el-Dahdouh, El Cezire televizyon kanalında çalışan Orta Doğu'da nam salmış bir gazetecidir. Yani öncelikli bir hedeftir.
25 Ekim'de eşi, 7 yaşındaki kızı ve 15 yaşındaki oğlu, İsrail'in Nuseyrat mülteci kampına düzenlediği bombalı saldırıda öldürüldü. Torununun da aralarında bulunduğu 8 akrabası da aynı saldırıda hayatını kaybetti.
15 Aralık'ta Han Yunus'taki Hayfa okulunun bombalanmasını haber yapan Wael el-Dahdouh ve kameraman Samer Abu Daqqa, İsrail füzesi tarafından vuruldu. Gazeteci hayatta kaldı ancak meslektaşı ve en yakın arkadaşı ilk yardım alamadığından kanlar içinde öleceği için daha az şanslı oldu.
7 Ocak'ta Han Yunus'ta düzenlenen bombalı saldırıda öldürülme sırası Wael'in kendisi gibi gazeteci olan oğlu Hamza Al-Dahdouh'a geldi.
İsrail ordusunun, gazetecileri kolayca tespit etmesine, onların ve ailelerinin nerede olduğunu bilmesine olanak tanıyan ileri teknolojilere sahip olduğunu anımsatırız. Bunlar, Gazze'de özgür haberin bastırılması için düzenlenmiş önceden tasarlanmış suikastlardır. Kötü şöhretinden dolayı Wael el-Dahdouh tercih edilen bir hedefti. Bunun için yüksek bir bedel ödedi.
Bugüne kadar Gazze Şeridi'nde 130 gazeteci ve medya çalışanı öldürüldü. Bu, şimdiye kadar hiçbir çatışmada ulaşılamayan bir rekordur.
2. El Nasr hastanesinde çürümüş halde bulunan bebek cesetleri
28 Kasım'da gazeteci Muhammed Baalousha, İsrail ordusunun saldırısının ardından El Nasr hastanesine gitti. Olay yerinden, Al-Mashhad televizyon kanalına, çürümüş bedenleri buzlanmış olarak yayınlanan en az beş prematüre bebeğin cesedinin bulunduğunu bildirdi. İki hafta önce İsrail ordusu bu çocuk hastanesine saldırı düzenlemiş ve onları nakledecek ambulans ve benzin olmadığı için bakım personelini bebekleri solunum cihazına bağlı bir şekilde terk etmeye zorladı. Medyada bu insanlığa karşı işlenen suça dair çok az haber yer alırken dünya Hamas'ın başını kestiği 40 hayali bebeğin akıbeti için ağlamaya devam ediyordu. Bu fake news kısa süre içerisinde deşifre edildi.
3. Tankların ve buldozerlerin altında ezilen siviller
17 Aralık 2023'te El Cezire adına çalışan gazeteci Enes el-Şerif, İsrail ordusunun geri çekilmesinin ardından telefonuyla Kamal Adwan Hastanesinin bir bölümünün kalıntılarını filme alır. Enkaz altında, oradan buradan çıkan insan uzuvlarını görülür. Pazartesi günü yayınlanan bir basın açıklamasında İsraillilerin tanklar veya buldozerler tarafından canlı canlı ezilen düzinelerce insan vakasından haberdar olduğunu bildiren Euro-Med Monitor adlı STK'nın belirttiği gibi bu bir münferit olay değildir. Bunların arasında bulunan Ghannam ailesinin babası ve en büyük kızı, 23 Ocak gecesi Han Yunus bölgesindeki derme çatma sığınaklarında bir İsrail tankının paletleri altında kalarak öldürüldü. Anne ve diğer 3 çocuğu da yaralandı. Son olarak, 29 Şubat'ta Gazze'de Filistinli bir mahkumun cesedi, elleri bağlı bir şekilde üzerinden bir tank geçtikten sonra paramparça hale gelmiş olarak bulundu.
4. Filistinli rehine elçi olarak kullanıldı, sonra infaz edildi
Geçtiğimiz ay, sosyal ağlarda, beyaz renkli Kovid ile mücadele kıyafeti giymiş genç bir adamın, elleri kelepçeli olarak Nasser hastanesine sığınan bir grup insana doğru ilerlediğini gösteren bir video keşfettik. Kafasında İsrail askerlerinin onu yakından takip etmesine imkan veren sarı bir işaret bulunan bu genç, hastalara ve yerinden edilmiş insanlara hastaneden derhal tahliye emrini iletmek üzere getirilmişti. Birkaç saat sonra genç adamın, daha doğru cesedinin görüntüsü tuvalde yeniden belirdi, çünkü görevi tamamlandıktan sonra kafasına üç kurşun sıkılarak infaz edildi.
5. 5 ila 8 yaş arası çocuklar başından vuruldu
Onun adı İrfan Galaria. O bir cerrah ve Amerika Birleşik Devletleri'nde, Virginia’da yaşamaktadır. Ocak ayının sonunda insani bir görev için Gazze Şeridi'ne gitti. Dönüşünde Los Angeles Times'ta bölgedeki deneyimlerini anlatan bir makale yayınladı. Kendi deyimiyle tanık oldukları, adına layık herhangi bir donanım veya ilacın yokluğunda hastaları tedavi etmek zorunda kaldığı, uyanıkken gördüğü bir kabustu. Daha olağan sayılabilecek savaş koşullarında uzuvlarını hiç şüphesiz koruyacak olan insanları ampute etmek zorunda kalmanın dehşetine ek olarak, şu korkunç anı paylaşıyor: Bir gün, acil bekleme odasına ebeveynler, yaşları 5 ile 8 arasında değişen birkaç çocuk getirdi. Ordunun Han Yunus'taki mahallelerinden çekilmesinin ardından aileler, evlerinin ne durumda olduğunu görmek için buraya geri döndü. Ne yazık ki gizlenmiş İsrailli keskin nişancılar hala oradaydılar. Her bir çocuğu başından vurdular. Bunların hepsi de ölüme yenildi.
6. 6 yaşındaki Hind ve onu kurtarmaya gelen iki sağlık görevlisinin katledilmesi
29 Ocak'ta 15 yaşındaki Layan Hamadeh, Filistin Kızılayı'na telefon eder. Dehşete kapılan genç, bir arabanın içinde İsrail askerleri tarafından öldürülen aile üyelerinin cesetlerinin arasında saklandığını ve İsrail askerlerinin hala aracın yakınında olduğunu anlatır. Kızılay'ın kaydettiği görüşme sırasında, genç kızın canlı yayında kurşunlarla öldürüldüğü duyulur. Korkunç hikaye burada da bitmez. Arabanın içinde Layan'ın kuzeni olan 6 yaşındaki Hind Rajab da bulunmaktadır. Hind telefonu alır ve kendisini gelip almaları için yalvarır. Gece hızla çöker ve kız tamamen dehşete kapılmıştır. Bir Filistin Kızılayı çalışanı, meslektaşları küçük kızı almak üzere ambulans gönderme izni almak için İsrail ordusuyla temasa geçene kadar onunla birlikte hatta kalır. Gerekli izin verilir. Her ikisi de ilk yardım görevlisi olan Yusuf Zeino ve Ahmed Al-Madhoun, Hind'in saklandığı arabaya gitmek üzere direksiyon başına geçer. Ama bir daha geri dönmezler. Filistin Kızılayı, on günden fazla bir süre boyunca çalışanlarından ve küçük kızdan hiçbir haber alamaz ve sonunda üçünün de öldürüldüğü öğrenilir.
7. « Un katliamı »
Bu da bu yazının yazıldığı tarih itibariyle yaşanan son vahşettir. Nadir boğaz temizlemeleri her geçen gün biraz daha rahatsız edici hale gelen Biden, Von der Leyen ve Macron'u bir kez daha öksürten bir vahşet. Bu yeni soykırım suçu, 29 Şubat'ta, İsrailliler tarafından tamamen abluka altına alınan ve artık insani yardımların ulaşmadığı Gazze Şehri'nde işlendi. Birkaç gündür, bölge sakinlerinin sosyal ağlarda başlattığı yardım çağrıları giderek daha da tüyler ürpertici bir hal aldı. Daha dün bize hayvan yemlerinden arta kalanlarla ekmek yaptıklarını anlattılar. Artık bunun bile gerisine düşmüş durumdalar. İster yetişkin bir adam, ister küçük bir çocuk, ister hamile bir kadın, ister yaşlı biri olsun, yiyecek tayınları her dört günde sefil bir tek öğüne düştü. Herkesin payına aynı açlık tarifesi düşüyor. Artık ölüler mumyalara benziyor: zayıflamış yüzler, şişmiş gözler, bir deri bir kemik bedenler. Kimse kusura bakmasın, bu manzara 80 yıl önce Nazi kamplarında soykırıma uğrayan kurbanların siluetlerini anımsatıyor.
İşte bu bağlamda insani yardım konvoyunun yola çıktığını duyan yüzlerce kişi, halen 400 bin kişinin yaşadığı bu şehirde nadir bulunan bir çuval unu ele geçirmek umuduyla El-Raşid Caddesi'nde toplandı. Kasıtlı olarak bu kalabalığı hedef alan İsrail askerleri ateş açarak yaklaşık 100 kişiyi öldürdü, 800 kişiyi de yaraladı.
Bu katliama gösterilen tepkiler karşısında İsrail Ulusal Güvenlik Bakanı İtamar Ben Gvir, bu askerlerin « kahraman » olduğunu ve kendilerini « tehlikeye sokan » bu insani yardıma son verilmesi gerektiğini açıkladı.
80 yıl süren « Bir daha asla » kül oldu gitti
Çoğu Batı'daki ana akım medyada bile yer bulamayan bu yedi suç, buzdağının yalnızca görünen kısmıdır. Bütün bunlar, fanatik İsrailli editörlerin ve faşist yüzlerini gizlemeyen politikacıların ulusal televizyonlarda Gazze'deki Filistinlileri hayvanlaştırdığı ve onların tamamen yok edilmesi çağrısında bulunduğu gerçek anlamda soykırımsal bir bağlamda meydana geliyor. Burada olduğu gibi, İsrail bugün yaşananları aydınlatmak üzere bağımsız bir uluslararası soruşturma açılmasını hala reddetmesine rağmen, 7 Ekim’e ilişkin anlatımlar (bazılarının fake news olduğu ortaya çıktı) Gazze'de sürmekte olan soykırıma öfkelenen herkesi susturmak için tekrar tekrar gündeme getiriliyor ve sistemli bir şekilde kullanılıyor. Uluslararası soruşturma bu güne ışık tutacak. Üstelik Filistinliler de böyle bir soruşturma açılması çağrısında bulunurken. Bu soykırıma son verelim. Bizim için olduğu kadar onlar için de. Çünkü İsrail'in ve onu destekleyen hükümetlerin yok ettiği şey sadece Gazze'nin nüfusu, altyapısı ve ulusal mirası değil, aynı zamanda 80 yıllık bir « Bir daha asla » söylemidir de. Bu, Avrupa'daki ve diğer yerlerdeki okullarda, ten rengi veya dini ne olursa olsun, bir halkın insanlıktan çıkarılmasına ve yok edilmesine yönelik her türlü girişimin ve karşı çıkma yükümlülüğü hakkında verilen eğitimin tamamının reddedilmesidir.
İsrail'in bugün itibariyle yaptığı, uluslararası ilişkileri düzenleyen ve zaten zayıf bir şekilde işleyen sistemin, yani BM'nin ve uluslararası hukukun yağmalanmasıdır. Kanıt olarak, Uluslararası Adalet Divanı'nın 26 Ocak'ta İsrail'den soykırımın önlenmesi için alınan tedbirlere ilişkin kanıt sunmasını talep eden tedbir kararına İsrail yetkililerinin verdiği tepki gösterilebilir. İsrail'in cevabı: havaya ve dünya kamuoyuna kaldırılan bir orta parmaktır. Geçtiğimiz ay boyunca bombalamalar hız kesmeden sürdü, insani yardımlar tükendi ve Gazze'nin kuzeyi kıtlıkların en kötüsüne maruz kaldı. Her türlü ateşkes talebine karşı Amerika'nın dayanılmaz vetosuyla desteklenen bu orta parmak, Gazze Şeridi'ni yerle bir ediyor, nüfusunu yok ediyor ve hepimizi tehlikeye atıyor. Bu, çok basit ve açık bir şekilde, uluslararası ilişkilerin yönetiminde adalet ve insanlık ilkelerinin resmi olarak terk edilmesi ve en güçlü olanın yasasının geri getirilmesinin onaylanmasıdır.
Candice VANHECKE
(İnvestigaction sitesinde 5 Mart 2024 tarihinde Candice Vanhecke imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir https://investigaction.net/genocide-a-gaza-sept-crimes-que-personne-noubliera/ )