Skip to main content

İsrail işkencehanelerinin verdiği mesaj sadece Filistinlilere değil hepimize yöneliktir

İsrail'deki « Facility 1391» ve Sde Teiman gibi « karanlık tesisler », Filistinlilere uygulanan sistematik işkencenin acımasızlığını ve Batılı kurumların bu suçlarla örtülü suç ortaklığını ortaya koyuyor.

« Karanlık tesisler » sömürgeleştirilmiş ve köleleştirilmiş olanlara basit bir dersi hatırlatmayı amaçlıyor: Direnmek boşunadır.

Bundan 21 yıl önce sisli bir Kasım sabahı kendimi çaresizce kamufle etmeye çalışıyordum. İsrail'in kırsalındaki Celile bölgesinde bir portakal bahçesinin yaprakları arasında saklanmış, hiçbir haritada yer almayan kasvetli beton bir binanın fotoğraflarını bir an önce çekmek için acele ediyordum.

Bölgeyi  'Facility 1391' [Camp 1391] olarak tanımlayan orijinal yol tabelası, yerel Haaretz gazetesinin yaptığı bir soruşturmanın, buranın gizli bir hapishaneye ev sahipliği yaptığını ortaya çıkarmasından sonra ortadan kaldırılmıştı.

Filistin'deki İngiliz yönetimine karşı direnişi bastırmak için 1930'larda inşa edilen, büyük ölçüde güçlendirilmiş bir yerleşkede gizlenmiş olan Facility 1391’i bulan ilk yabancı gazeteciydim.

İsrail, onlarca yıldır İsrail mahkemelerinin, Kızılhaç'ın ve insan hakları gruplarının bilgisi dışında, çoğu Arap olmak üzere yabancı uyruklu kişileri gizlice bu tesiste gözaltına aldı. Bunların çoğu, İsrail'in Güney Lübnan'da 18 yıl süren işgali sırasında kaçırılan Lübnan vatandaşlarıydı. Ama aralarında Ürdünlüler, Suriyeliler, Mısırlılar ve İranlılar da vardı.

Bu tesis çok geçmeden, Washington'un o yıl Irak'ı işgaliyle birlikte popüler hale gelen bir terim olan « karanlık tesis » (Black site) olarak anılacaktı. ABD, İsrail'in Facility 1391'de geliştirdiği tekniklerden yararlanarak, sonraki aylarda ve yıllarda Ebu Garip ve Guantanamo Körfezi'nde Iraklılara ve diğerlerine işkence yapacaktır.

Hiç kimse İsrail'in Facility1391 tesisinde kaç tutsağın ne kadar süreyle tutulduğunu veya buna benzer başka hapishanelerin var olup olmadığını bilmiyordu.

Ancak tutukluların ilk ifadeleri korkunç koşulların varlığını ortaya çıkardı. Tutsaklar çoğu zaman duyusal yoksunluk durumunda tutuldular ve işkence görmedikleri sürece saydam olmayan gözlük takmak zorunda bırakıldılar. Yargıya taşınan bir olayda, Lübnanlı bir tutsak, tesisin baş işkencecisi « Binbaşı George » tarafından copla tecavüze uğradı.

Binbaşı George terfi ettirilerek daha sonra İsrail polisinin Kudüs'teki Filistinli halkla ilişkilerinden sorumlu olacaktı.

Bir başka gizli hapishane

CNN'in İsrail’deki yeni gizli hapishane Sde Teiman'a ilişkin bir araştırma haberi yayınladığı bu ay Camp 1391'den söz etmemek elde değildi.

Bu hapishane birkaç ay önce yabancı uyruklulardan daha çok, 7 Ekim'de Hamas liderliğinde düzenlenen saldırıdan bu yana Gazze ve Batı Şeria sokaklarında yakalanan, İsrail işgalinin kurbanı binlerce yetişkin ve çocuk Filistinliye zulmetmek için kuruldu. Hamas’ın operasyonunda yaklaşık 1.150 İsrailli öldürüldü ve 250'si rehine olarak Gazze'ye götürüldü. Camp 1391'de olduğu gibi, İsrail'in yeni karanlık tesisinde işlenen dehşetle ilgili ifşaatlar ana akım Batı medyasında neredeyse hiç ilgi görmedi.

Liderlerinin emriyle İsrail'in zulmünü haberlerden çıkarmasıyla ünlenen CNN, Batı medyasının çoğu zaman yanlış bir şekilde rolleri olduğunu iddia ettiği şeyi nihayet yaptığı için alkışlanmalıdır: iktidardan hesap sormak. « Strapped down, blindfolded, held in diapers » başlıklı bu uzun makalede, Gazze ve Batı Şeria'da kaçırılan Filistinlilerin maruz kaldığı aşağılayıcı ve acımasız koşullar ayrıntılı olarak anlatılıyor.

Negev çölünde bulunan bu gizli gözaltı kampından kaç Filistinlinin geçtiği bilinmiyor. Ancak uydu fotoğrafları, bölgenin şüphesiz giderek daha fazla « mahkum » barındıracak şekilde hızla genişlediğini gösteriyor.

Dünyanın Kasım ve Aralık aylarında Gazze'deki sokaklarda ve stadyumlarda elleri plastik kelepçelerle bağlanmış, kısmen çıplak ve gözleri bağlı olarak yürütülen yetişkin erkek ve çocukları gördüğü bu ceza infaz sisteminden yıkılmış bir durumda çıkan bazı Filistinliler, bundan birkaç ay önce çeşitli deneyimlerini anlatmaya başladılar.

Beklendiği gibi Batı medyası bu tanıklıkları büyük ölçüde görmezden geldi. Bundan birkaç hafta önce Sde Teiman personeli dehşet verici hikayeler sızdırmaya başladığında bile, CNN hariç Batı medyasının tamamı ilgisini yitirdi.

Bir medya rezaleti örneği

Bu örnek aylar önce Middle East Eye'ın sayfalarında yer aldı.

Örneğin, Batı medyası, 7 Ekim'de öldürülenlerden bazılarının Hamas'ın değil, İsrail ordusunun, İsrail vatandaşlarının düşmanın eline geçmelerine izin vermek yerine öldürülmelerini gerektiren ünlü « Hannibal prosedürü »nün kurbanı olduğunu söyleyen İsrail raporlarını özenle görmezden geldi.

Batılı gazeteciler, İsrail'in Gazze'deki tüm nüfusu yiyecek ve sudan mahrum bıraktığını, bunun da tartışılmaz bir şekilde insanlığa karşı suç anlamına geldiğini vurgulamaktan hala çoğunlukla kaçınıyor. Bunun yerine gazeteciler, sanki talihsiz bir doğal afet yaşanıyormuş gibi, İsrail'in yol açtığı bu kıtlığı « insani kriz » olarak adlandırarak kendi hükümetlerinin söylemini yineliyorlar.

Medya aynı zamanda Batılı güçlerin, özellikle ABD ve Birleşik Krallık'ın, hem Birleşmiş Milletler'in ana yardım kuruluşu UNRWA'ya fon sağlamayı reddederek, hem de yardımların ulaştırılmasına izin vermesi yönünde İsrail’e baskı yapılması konusunda kayda değer baskı uygulamayı reddederek, İsrail'in Gazze halkını kitlesel olarak aç bırakmasına doğrudan katkıda bulundukları gerçeğini de gizlemektedir.

Biden yönetiminin söylemini yineleyen medya, İsrail'in Gazze'deki eylemlerini nasıl adlandıracağı konusunda tereddüt ediyor ve zaman zaman İsrail'in savaş suçları işleme « riski altında olabileceği » yönünde ikiyüzlü bir değerlendirmede bulunmayı tercih ediyor. Medyaların tümü bu « olası » bireysel savaş suçlarının hepsinin tartışmasız bir soykırım suçu oluşturduğu gerçeğini vurgulamaktan kaçınıyor.

Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) savcısının bu hafta İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant ve üç Hamas lideri tarafından da işlendiği iddia edilen savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar için tutuklama emri talep etmesinden bu yana, bu örtbas etme sürecinin sürdürülmesi daha da zorlaştı.

Bununla birlikte medyada yer alan haberler, İsrail'in Gazze'deki Filistinlileri planlı bir şekilde aç bırakarak yok ettiği iddiası da dahil olmak üzere suçlamaların özünden ziyade İsrail ve Biden yönetiminin mahkemeye yönelik öfkesine odaklandı.

Medya bu konulara açıklıkla yaklaşmaktan kaçınıyor çünkü açıklık uygunsuz sonuçlar doğuracaktır. Neden mi? Çünkü ileride göreceğimiz gibi Batı medyasının amacı, Gazze'deki sıkıntılı kısıtlamalara son vermek ya da İsrail'i işlediği suçların hesabını vermeye zorlamak değil, Batılı hükümetlerin petrol zengini Orta Doğu'daki genel dış politika hedeflerine ulaşmalarına hizmet edecek bir söylem yaratmaktır.

Laboratuvar faresi olarak kullanılmak

Bir avuç ihbarcının CNN'e bildirdiği gibi, Filistinliler Sde Teiman'da haftalar boyunca hapsediliyor ve burada hem resmi sorgulamalar hem de maruz bırakıldıkları koşullarla işkence kurbanı oluyorlar.

Gündüzleri çöl sıcağında ince bir şilte üzerinde gözleri bağlı oturmak, çöl gecesinin soğuğunda ise uyumak zorunda bırakılıyorlar. Sürekli kelepçeli olduklarından hareketsiz ve sessiz kalmaya zorlanıyorlar. Geceleri üzerilerine köpekler salınıyor. Konuşan veya hareket eden herkes, kemikleri kırılana kadar vahşice dövülme tehlikesiyle karşı karşıya bırakılıyor.

Rapora göre insanların elleri ve bacakları plastik bağlarla o kadar uzun süre sıkı bir şekilde bağlanıyor ki, bazı tutsakların el ve bacaklarının kesilmek zorunda kalınıyor.

İsrailli bir ihbarcının CNN'e açıkladığı gibi, bu suiistimallerin istihbarat toplanmasıyla hiçbir ilgisi yok. İhbarcı « bu suçlar sadece intikam amacıyla işlendi » diye itiraf ediyor. Tutuklular İsrail askerleri ve gardiyanlar tarafından kum torbası olarak görülüyor. Ancak söz konusu olan basit bir intikam duygusu değil. Sde Teiman'da olup biteni anlamak, Gazze'de çok daha büyük ve hatta daha endüstriyel ölçekte neler olup bittiğine ilişkin daha net bir fikir edinmemizi sağlıyor.

İsrail'in Gazze'yi vahşice yok etme sürecinde sakat kalan veya İsrail askerlerinin darbeleriyle yaralanan Filistinlilerin barındırıldığı gözaltı kampında bulunan sahra hastanesindeki yaşam koşulları bu konuda özellikle aydınlatıcıdır.

Hastalar, gözleri bağlı ve yetişkin bezi dışında çırılçıplak şekilde sıra sıra sedyelere kelepçeleniyor. Hiçbir şekilde konuşmalarına izin verilmiyor.

Günler, geceler boyunca, tam bir duyusal yoksunluk içinde, onları yaralarından ve acılarından uzaklaştıracak hiçbir şey olmadan orada öylece kalıyorlar. Tüm bunların ortasında, İsrailli stajyer doktorlar açıkta kalan ve savunmasız bedenlerini bir test alanı olarak kullanabiliyor.

Bir ihbarcıya göre, gözaltı merkezi kısa sürede « stajyerler için bir cennet » olma ününü kazandı.

Filistinlileri basit laboratuvar fareleri olarak kullanmalarına izin veriliyor ve gerekli yeterliliğe sahip olmadıkları tıbbi prosedürleri gerçekleştirmelerine teşvik ediliyorlar. Bir ihbarcı CNN'e şunları söylüyor: « Benden hastalar üzerinde, becerilerimin tamamen dışında olan küçük tıbbi prosedürleri uygulayarak bazı şeyleri nasıl yapacağımı öğrenmem istendi. »

Bu işlemler çoğunlukla anestezi yapılmadan gerçekleştiriliyor. Gazze'deki doktorların aksine İsrailli doktorların ağrı kesicilere erişimi çok kolay. Bunları kullanmamaları kasıtlı bir tercih sorunudur.

Eksik sağlık personeli

Batı medyası Filistinlileri insanlıktan çıkarmaya bu kadar gönüllü iken, bu « tutukluların » kim olduğunu hatırlamamız önemlidir.

İsrail, Hamas'ı hedef aldığına ve « tutukladığı » kişilerin (CNN'in bu makalede İsrail tarafından rehin alınan kişiler için kullandığı, geniş çapta kabul gören bir örtmece) militan grupla bağlantısı olduğundan şüphelenilen Filistinliler olduğuna inanmamızı istiyor.

Bununla birlikte, Sde Teiman'daki istismara ilişkin CNN’de yer alan en önemli ifadelerden biri, bugün yerle bir edilmiş olan Gazze'deki Endonezya Hastanesi'nin saçlarına kır düşmüş cerrahi bölümü şefi Dr. Muhammed el-Ran'a aittir.

Doktor El-Ran Aralık ayında İsrail tarafından « tutuklandı », yani kaçırıldı ve Sde Teiman'a götürüldü. Dr. El-Ran'ın işgalci İsrail birliklerine karşı silahlı mücadelede yer aldığına ya da herhangi bir şekilde Hamas'la bağlantılı olduğuna ilişkin ortada hiçbir kanıt yok. Kendisi, diğer sağlık personeliyle birlikte, başka bir tıp merkezi olan El-Ehli el-Arabi Baptist Hastanesi'nde üç gün süren bir vardiyada görev yaparken kaçırıldı. Endonezya hastanesinin İsrail tarafından bombalanması ve personelin ciddi şekilde dövülmesinin ardından kaçmak zorunda kaldı.

İsrail'in Gazze'deki hastanelere yönelik sistematik saldırıları sırasında sayısız sağlık personeli öldürüldü ya da ortadan kayboldu. Bölgedeki sağlık hizmetleri sektörünün yok edilmesi, Batı medyasının haber yapmaktan özellikle kaçındığı bir başka insanlığa karşı işlenmiş açık suçtur.

Medyanın, Rusya'nın Ukrayna'da son dönemde savaş suçu işlediğine ilişkin sarsılmaz kesinliği arasında gerçekten de çok büyük tezat vardır.

İnsan hakları grupları, tıpkı Camp 1391'de tutulan yabancı uyrukluları bulmaya çalıştıkları gibi, bir ihzar emri aracılığıyla bu Filistinli rehineleri de umutsuzca bulmaya çalışıyor. İsrail mahkemeleri bunu kasıtlı olarak engelledi.

Bir örnek olayda, Camp 1391'in tanımlanmasında merkezi bir rol oynayan İsrailli insan hakları grubu HaMoked, İsrail Yüksek Mahkemesi'ne (ki yargıçlarından bazıları Batı Şeria'daki yasadışı Yahudi yerleşim yerlerinde yaşıyor) Şubat ayından bu yana kayıp olan Filistinli bir radyologu bulmak amacıyla bir talep dilekçesi sundu.

Filistinli radyolog, İsrail askerleri tarafından Gazze Şeridi'nin güneyindeki Nasır Hastanesi'nde gözaltına alındı. Onun Sde Teiman'da gözaltına tutulduğundan şüpheleniliyor.

HaMoked'e göre Gazze'de 29'u kadın olmak üzere 1.300'den fazla Filistinlinin İsrail tarafından gözaltına alındığına inanılıyor. Bir başka cerrah olan Dr. Adnan el-Burş'un ise gözetim altında ölen iki düzineden fazla Filistinli arasında olduğu biliniyor. Büyük olasılıkla işkenceye maruz kaldı veya başarısızla sonuçlanan bir tıbbi müdahale sırasında öldürüldü.

'Eşi benzeri görülmemiş' bir şiddet

Esirlere yönelik bu şiddet dalgasının, Hamas üyeliği veya 7 Ekim saldırısına katılım şüpheleriyle hiçbir ilgisinin olmadığının bir başka kanıtı olarak, İsrail’in elindeki en önemli Filistinli tutukluya uygulanan acımasız ve vahşi tacize ilişkin ayrıntılar, hafta sonu ortaya çıktı.

Hamas'ın baş düşmanı Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas liderliğindeki Filistin Ulusal Kurtuluş Hareketi (El Fetih) üyesi Mervan Barguti, 22 yıldır hapiste tutuluyor. Kimi zaman « Filistinli Mandela » olarak da anılan Barguti, Filistin halkının gelecekteki olası lideri olarak görülüyor.

Onunla birlikte tutuklu olanlar ve insan hakları gruplarına göre Barguti, biri sağ gözünün kör olmasına yol açan bir dizi dayak sonrasında yüzü zor tanınacak hale getirildi.

Kendisine yönelik bir saldırıyla yaşadığı yaralanmanın tedavi edilmemesi sonucunda omzunun çıkmasından dolayı sürekli olarak acı çektiği belirtiliyor.

İsrailli avukatına göre, Ayalon hapishanesindeki diğer mahkumların önünde kelepçeli ve çıplak bir şekilde yerlerde sürüklendi.

Barguti, Ekim ayından bu yana tüm Filistinli mahkumlara uygulanan ağır beslenme kısıtlamaları nedeniyle aşırı derecede kilo verdi ve kitaplara, gazetelere ve televizyona erişimi kısıtlandı.

İsrailli insan hakları grubu Public Committee Against Torture in Israel’den Tal Steiner, Guardian'a Barguti'nin « eşi benzeri görülmemiş » kötü muameleye maruz kaldığını ve bu işkencelerin Ekim ayından bu yana tutsak edilen 8.750 Filistinli için « kural » haline geldiğini söyledi.

İsrail'in hapishane hizmetlerini denetlemekten sorumlu bakanı İtamar Ben Gvir, ideolojik kökenleri Filistinlileri açıkça haşarattan başka bir şey olarak görmeyen, açıkça faşist olan Yahudi Gücü partisine mensup.

Pazarlık kozu

Batı medyası sürekli olarak Gazze'de tutulan yüzlerce İsrailli rehinenin acılarına odaklanıyor, ancak bu acıların büyük oranda İsrail'in giriştiği eylemlerin sonucunda oluştuğundan hiç söz etmiyor.

Rehineler, Gazze'deki Filistinliler gibi İsrail’in bomba yağmuru altındadır. Ve Filistinliler gibi onlar da İsrail'in yardım ablukasından kaynaklanan kalıcı gıda kıtlığıyla karşı karşıyalar. Gazze'ye yönelik olarak ayrım gözetmeden uygulanan şiddet hem rehineleri, hem de Filistinlileri etkiliyor.

Ancak CNN ve İsrail medyasından gelen haberlere göre, Ekim ayından bu yana İsrail tarafından kaçırılan binlerce Filistinlinin birçoğunun, Gazze'deki İsrailli rehinelerden çok daha acımasız bir kaderle karşı karşıya kaldığı olası görünüyor.

İsrail ordusunu Gazze'den çıkarmak ve Filistinlileri Sde Teiman gibi işkence merkezlerinden kurtarmak için değerli bir pazarlık kozu olduklarından, Hamas'ın İsrailli rehineleri mümkün olduğu kadar güvende tutmasında yararı var.

Rehineler İsrail'dekine benzer baskılara maruz kalmıyor. İsrail, işgalci güç ve Washington'un tercih ettiği müşteri devlet olarak, çok az bir tepkiyle karşılaşarak Filistinlilere dilediği cezayı kesebilir.

Bu da son yedi ayda medyanın görmezden geldiği bir diğer yüzü.

Yardımın imhası

Bu arada Batı kamuoyu, İsrail'in suçlarını soykırım olarak nitelendirmeye kalktığında veya soykırımın nasıl gerçekleştiğini ortaya koyduğunda şiddetle karalanıyor. Bu, geçen Ocak ayında Uluslararası Adalet Divanı'ndaki (UAD) hakimlerin ezici çoğunluğunun ifade ettiği şüpheleri yansıtıyor ve bu hafta Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Başsavcısı tarafından yayınlanan tutuklama emri talebinde de ima ediliyor.

Batı'nın yakın zamanda antisemitizmi sapkın ve kendi çıkarlarına hizmet edecek şekilde yeniden tanımlaması (İsrail yanlısı lobi grupları için bir zafer), Yahudilere yönelik nefreti, gerçek bir nefretten ziyade İsrail'e yönelik eleştiriyle eşitliyor.

Uluslararası Holokost’u Anma İttifakı'nın (İHRA) yeni tanımına göre, İsrail'in eylemleri ile Batılıların yakından tanıdığı bir soykırım olan Holokost arasında paralellik kurmak Yahudi düşmanlığıdır.

Batılı kurumların artık İsrail için uygun bir şekilde, tarihin ve insan psikolojisinin çok açık bir dersini inkar etmesi mümkündür: Kötü muamele mağdurları bu tür kötü muameleleri bizzat kendileri de gerçekleştirebilecek yetenektedir.

CNN'in Sde Teiman sahra hastanesini yeniden canlandırması, insanlıklarından çıkarılmış Filistinlileri -elleri ve gözleri bağlı, çıplak halde- deneylere girmeye hazır sıra sıra sedyeler üzerinde gösteriyor. Bu görüntü, neden Batılı izleyicilerde, toplama kampı mahkumlarını insandan daha çok, deneyleri için sadece yem olarak gören ünlü Nazi doktor Josef Mengele'nin anısını uyandırmasın?

İsrail'in yasadışı yerleşimlerindeki Yahudi aşırılıkçıların Gazze'ye giden yardım kamyonlarını pusuya düşürmesi, açlıktan ölmek üzere olan bir halkın çaresizce ihtiyaç duyduğu malzemeleri imha etmesi, yardım kamyonlarını ateşe vermesi ve sürücülerini dövmesi karşısında Batılıların ne tepki vermesini bekleyebiliriz?

1938'de Kristallnacht'ta (Kristal Gece) Almanya tarafından Yahudilere karşı serbest bırakılan Alman aşırılık yanlılarına benzer vahşi ve soykırımcı ırkçılığı canlandırıp canlandırmadıkları sorusunu sormak ne kadar kötü niyetli –ya da antisemit– olabilir?

Peki ya daracık Gazze Şeridi'ni, İsrail'in 17 yıl süren kara, hava ve deniz kuşatması sırasında, temel özgürlüklerden ve temel yaşam olanaklarından mahrum bırakılan Filistinlilerin kafeslendiği bir toplama kampına benzetenlere ne diyebiliriz? Ya da yine bugün İsrail buradaki halkı açlıktan öldürürken Gazze'yi ölüm kampı olarak adlandıranlar için?

Bu tür değerlendirmeler gerçekten de bir Yahudi nefretinin kanıtı sayılabilir mi? Yoksa bu gözlemcilerin tarihten ve Holokost'tan ders aldıklarının bir kanıtı mı? Bir halkın sistematik bir şekilde aşağılanması ve kötü muameleye tabi tutulması her zaman ortak insanlığımıza karşı bir suç olarak değerlendirilmelidir.

Hepimizin ahlaki görevi, yargılamayı reddetmek ve bu olayların sonuçlanana kadar gelişimini sessizce izlemek yerine bu tür vahşetleri durdurmaktır.

İşkence odaları

İsrail'in halen Sde Teiman'da tutuklulara ve daha da büyük ölçekte Gazze ölüm kampındaki Filistinlilere uyguladığı dehşet verici şiddet, 7 Ekim'in basit bir intikamından çok daha fazlasıdır. Sde Teiman, bombaların ve açlığın tam olarak aynı amaçlara ulaştığı Gazze'deki çok daha büyüğünü yansıtan küçük bir işkence odasıdır.

Yedi ay öncesine kadar İsrail'in hedefi Filistinlileri teslimiyet, kölelik ve çaresizlik hali içerisinde tutmak, onları Gazze, Batı Şeria ve Doğu Kudüs'teki bir dizi toplama kampına hapsetmekti. Acıları içinde sessiz kalmak ve dış dünyaya görünmez olmak zorundaydılar.

Uzun vadede Filistinlilerin, işgal edilen ve sömürgeleştirilen bu topraklardaki zulümden kalıcı olarak kaçmayı tercih edecekleri varsayılmıştı.

7 Ekim'deki köle isyanı (tarih boyunca bu tür isyanlarda olduğu gibi her ne kadar acımasız ve çirkin olmuşsa da) yıkıcı bir şoktu. Yalnızca Filistin halkını köleleştirmeye yönelik ırkçı ve sömürgeci projesine sadık kalan İsrail için değil, aynı zamanda Batı için de. Bu aynı zamanda Batı'nın İsrail'in bu kadar sıkı bir biçimde bütünleştiği sömürgecilerin daha geniş kapsamlı projesi için de bir şok oldu.

Washington'un « kurallara dayalı düzeninde » tek geçerli kural, Washington ve müşterilerinin istediklerini elde etmesidir. Gezegen, kaynakları ve üzerinde yaşayan halklar, dünyanın başat süper gücü tarafından neredeyse oyuncak haline getirilmiştir.

Gazze'de Hamas, Lübnan'da Hizbullah, Yemen'de Husiler ya da İran'da İslam Devrim Muhafızları tarafından bu düzene karşı yapılan isyanlar bir model olarak ele alınamaz. Sömürgeleştirilmiş ve köle haline getirilmişlere bulundukları konumda kalmayı öğretmek için gerekli olan vahşet kullanılarak « kurallara dayalı düzen » yeniden tesis edilmelidir.

Washington'un, Ebu Garip'den Guantanamo'ya kadar, İsrail'in Camp 1391’de tutsakların dirençlerini « kırma » deneyinden yararlanan nafile « teröre karşı savaşında » ihtiyaç duyduğu karanlık tesislerle verilen mesaj budur.

Batılı kurumlar İsrail'in bugün yürüttüğü soykırımındaki suç ortaklıkları olağan görülmelidir. Bu yanılsama herhangi bir yanlış anlaşılma veya kafa karışıklığından kaynaklanmamaktadır. Batılı siyasetçiler ve medya mensupları Gazze'deki soykırımı hepimiz kadar net görüyor. Ama onlar için bu soykırım meşrudur, hatta gereklidir. Sömürgeleştirilenlere ve ezilenlere direnişin boşuna olduğu öğretilmelidir.

Sde Teiman, Gazze ölüm kampı gibi misyonunu yerine getiriyor. O, insan ruhunu kırmak için vardır. Filistinlileri halk olarak kendi yıkımlarının, kendi etnik temizliklerinin gönüllü işbirlikçilerine dönüştürmek için vardır.

Aynı zamanda Batılı izleyicilere bilinçaltı bir mesaj da gönderiliyor: İsrail'in Gazze'deki zulmüne destek vermezseniz, bu sizin de kaderiniz olabilir.

Jonathan COOK

(investig’action.net sitesinde 31 Mayıs 2024 tarihinde Jonathan COOK imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir https://investigaction.net/le-message-des-chambres-de-torture-israeliennes-sadresse-a-chacun-dentre-nous-pas-seulement-aux-palestiniens/)