Skip to main content

öfkemiz geçmeden

 Nefesimi tuttum. Bu kez üstesinden geleceğim. Ayak sürtüp mevcut durumdan işleyen gerekçeler göstermeyecek, durduk yerde bayrak indirmeyeceğim.

Yüzüme yapışan sentetik maskenin ten buharıyla birleşen kokusu değil bu içime sinen. Apartmanlar arasına sıkışmış bir arsada sessizce tüten, havasız kalmış, bir türlü iyi yanamamış, birçok kez geridönüştürülmüş plastiğin dem dumanı sanki. Genize yapışan şeffaf mavi ile kırmızımtrak arası bozuk bir koyu renk özütü.  

 

 

Bize kaldığını sandığımız caddelere bakan konutların sıkı sıkıya kapalı pencereleri gerisinde gölgeler yer değiştiriyor. Ya da karşı sıradaki bir pencere açılıp kapanınca duvarda oynaşan yansıması göz yanıltıyor. Eğmediğimiz, boynu bükük kırmadığımız sabit ya da dom tüm gözlere hodrimeydan.. Kimliği belirsiz eşleştirmeler içerisinde, arenadaki gladyatörler gibi izleniyoruz. Bütün parmaklar ne aşağıya ne de yukarıya, orta seviyede, kararsız.

 

Beton asfalt ovaya yukarıdan aşağıya yükselerek yerleşen acı beyaz bulut, ara gazlarla devir arttıran bir canavarın osuruğuyla püskürttüğü ten yakıcı ıslaklık. Yeryüzünün tüm yükseltilerini arkasından ecdat boyu beden içeri etmiş, temiz aile çocuğu karanlık korumalı insan taklitleri, beklenmeden fışkıran bir dışkının beyaz seramiğe yayılması gibi üstümüze genişliyorlar. Nefretlerine öfkemizi çarpmak üzere, anlamsız bir cephe savaşı düzeninde saf tutmuşuz. Filleriyle, kalkanları ve zırlarıyla, acı borazanlar eşliğinde üzerimize yürüyorlar. Dağılıp küçük yoğunluklar halinde cephe gerisinde, ilerisinde anlık şok baskınlar yapabilsek, çok eşgüdümlü, çok planlı ve örgütlü görünen yapıları kaosun rüzgarıyla alt üst olacak. Olmayan beyinleri sulanacak, iletişim ve hareket süreçleri şaşıracak ve daha çok hata yapacaklar. Onların daha çok hatası, bizim için daha çok perspektif.

 

Saydam, korunaklı vitrinlerin ardından sahneyi izleyen kentsoyluların araçlarına dokunmadan, sağlı sollu elektrik direklerinin cıvatalarını gevşeterek yola yatırılmasıyla, saksılarla, çöp kutularıyla örülen edepli ‘engellerle’, barikatlarla zırhlı canavarları geciktirmek dahi mümkün olmuyor.

 

Taş, sapan, sprey boya, bayrak, yıldız, işçisiz çekiç, köylüsüz orak, slogan, sopa, benzin, fişek, sürpriz, yürek; el değiştiriyor şimdi. 

 

Beyaz olamayacak kadar zehirli bulutun içinde hareketlerimiz yavaşlıyor, gittikçe derinliğini yitiren soluğumla baş başa kalan eksilen etkinlik. Gölgeler, başsız ayaklar, bacaksız kelleler, yoğunluğun içerisinde beden değiştiriyor. Açık bırakılmış apartman kapıları, çekingen bir desteğe soyunmuş merdiven boşlukları.     

 

Ne amaç, ne de araç değişiyor.

 

Çok beylik bir tavır olacak ama bu kez, biliyorum, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ya da belki de saniyesi saniyesine düşündüğümüzün tıpkısının aynısı. Bunca yoldan sonra, hareket ettikçe sorduğum sorularla, verdiğim yanıtlar arasındaki makas daha da açılıyor. Yeniden tepsiye dönüşen dünyada çıkış yaptığım noktaya varamıyorum. Devredilmiş, devre-mülk özler tarlasında açılmış asimetrik bir izlek. Kendi kendisinden habersiz, bilinçsiz bilinçler. Olduğumu sandığım şeyin tamamen karşıtı olma tehlikesini aklıma bile getirmiyorum.

 

Çoktan dirimini yitirmiş, cansız bedenleriniz için özenle işlenmiş, yuvarlatılmış çelik, soluyan sentetik dokunuza değdi değecek. Yakarak ilerleyelerek en derininizde çöreklenecek. Ama kan akmayacak. İçinize döşenmiş yüz bin kilometre borudan canlı cıva değil, irin fışkıracak.

 

Eylem bir ben yaratımıdır. Ama ortaya ne çıktığı, ne çıkacağı umurumda değil. Tereddüt yok, boşluğu alınmış kararsızlığın. Sapına kadar çırılçıplak soğuk tetiğe asılan bir bakış kadar sade irade, üzerine patır patır yağacak.

 

Kimliğim dışarıda, benliğim sınır içeri. İsli gri ağırlık üstümde. Nefesimi tuttum. 

 

Götlek bir yaşamı biraz daha sürdürmeyi, süründürmeyi başarı kaydedenler, ortalığı yatıştırmak için zarar filan diyorlar ama öfkeyle kalkan, bu kez utkuyla serecek kapkara zemine.

 

Güneş, güneş yine doğuyor, sabah oluyor, sabah oluyor.