« Bankalara para, gençlere ise kurşun yağdırıyorlar »
Avrupa’nın hemen hemen her yerinde, öğrencilerin yaşamıyla iş dünyası arasındaki bağ kopuyor. Yunan gençleri krizin kararttığı gelecekleriyle gündelik küçük işlerin kasvetini artık birbirinden farklı görmüyorlar. Bu toplumsal rahatsızlığı görmezden gelen kamusal güçler protestocuların öfkesi karşısında gafil avlandılar ve sarsıldılar. Bu korku Mora Yarımadasının da ötesine yayıldı: Fransa’da, Eğitim Bakanı Xavir Darcos öğrenci hareketlerini sakinleştirmek için tartışmalı « reformu » ertelemek zorunda kaldı.
« Sınıf mücadelesi alanına hoş geldiniz. Bundan böyle bizzat kendini ve aynı şekilde verdiğin mücadeleleri savunmanız gerekiyor. » Solun önemli isimlerinden ve Yunan siyasi yaşamının kıdemlisi seksenlik Leonidas Kyrkos’un « şu anda sokaklarda gösteri yapan göstericilere söyleyecek bir şeyiniz var mı ? » sorusuna verdiği yanıt bu şekilde.
Bir polis memurun geçen yılın 6 Aralık’ında, Alexis Grigoropulos adında 15 yaşındaki bir genci katletmesi sonrasında ortaokul, lise ve üniversite öğrencileri, Atina, Selanik, Patras, Larissa, Heraklion, Hanya (Girit), İonina, Volos, Kozani, Komotini gibi Yunanistan’daki birçok kentin sokaklarını işgal ettiler. SMS ya da elektronik postayla örgütlenen ve kendiliğinden gelişen gösteriler daha önce benzeri görülmemiş bir öfke patlamasına sahne oldu.
İsyanın kökeninde en başta polis baskısı olmak üzere çeşitli etkenler yer alıyor. Alexis kuşkusuz bu yolda verilen tek kurban değil, sadece en genç yaşta olanı. Ayaklanmanın asıl güç aldığı yer tabi ki dünyada kopan fırtınanın etkisini hissettirmesinden çok daha önce ülkeyi şiddetle vuran ekonomik fiyaskodur. Halbuki bunun üzerine, siyasal partilerin ve siyasal kadroların faaliyetlerinin şeffaflıktan uzak olması ve bunun sonucunda tüm devlet kurumlarına yönelik güven eksikliği sonucunu yaratan, aynı zamanda sitem kaynaklı ve ahlaki olan derin siyasi kriz de eklenmektedir.
Diktatörlüğün yaraları hala kanıyor
Alexis’in katledilmesinin basit bir « hata » sonucu olmadığını söylememiz gerekir. Onun adı, göstericilere ya da göçmenlere karşı işlenmiş ve cezasız kalmış cinayetler ve işkencelere ait upuzun listeye ekleniyor. 1985’te, 15 yaşında bir başka genç, Michalis Kaltezas yine bir polis kurşununa hedef olmuş ve ardından katil kevgire dönmüş adli sistem tarafından aklanmıştı. Atina’daki güvenlik güçleri diğer Avrupa ülkelerindeki meslektaşlarından daha farklı hareket etmiyorlar. Ama Yunanistan’da, askeri diktatörlüğün yaraları hala kanamaktadır. Ortak bilinçaltı yedi yıl süren zifiri karanlığı hiç unutmadı; bu toplum diğerleri kadar kolay affetmiyor.
Bu nedenle yaşanan olaylar, o zamanlar İçişleri Bakanı olan geleceğin Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy’ye, memnun edici « kanun ve nizam » söylemini kullanarak durumdan sıyrılma imkanı veren, 2005 yılında Fransız banliyölerinde gelişen olaylara benzetilmemelidir. Yunanlılar, baskıya karşı sağ hükümeti temelinden sarsan birleşik bir cephe oluşturmaktadır. Bu gayet açık ortadadır. Liselilerin gündelik yaşamı üniversiteye kancayı atmanın tek amaç olduğu yoğun bir eğitim ortamı içerisinde geçmektedir. Seçme ve yerleştirme süreci çok zorludur; gençler bu yarışa 12 yaşından itibaren hazırlanmaktadırlar. Seçilmeye hak kazanan şanslılar ise fakülteden sonra yaşamın acı gerçekleriyle karşılaşmaktadır. En iyimser tahminle ayda ancak 700 Euro kazandıkları bir iş bulabilmektedirler.
Yunanistan, bu « 700 Euro’luk kuşakla » uzun süreden beri tanışmaktadır. Bunların kimileri Génération 700 (700 Kuşağı) ya da G700 adlı, hem seslerini duyurmaya çalışan hem de isteyenlere ücretsiz danışmanlık hizmeti verme çabası içerisinde olan bir dernekte bir araya gelmişler. Çünkü bu 700 Euro’ya ulaşma « şansına » sahip olanlar dahi, taşeron sözleşmeleriyle çalışmaktadırlar. Belirli Süreli İş Sözleşmesi burada istisna oluşturmaktadır, zira bu sözleşme Fransa’da olduğu gibi işçi için sosyal güvenliğe, on üçüncü ay ödemesine, işten çıkarmada tazminat v.b. gibi uygulamalara hak kazandırmaktadır. Buna karşın, kamu hizmetleri sektörüne kadar yaygınlaşmış bulunan taşeron sözleşmeleri iş hukukunun gereklerinden kolaylıkla sıyrılabilmektedirler. « Güvencesiz çalışmadan » daha çok işçilerin « kiralanması » söz konusudur.
İşte gençler bu şiddete karşı sert tepki vermektedirler. « Ekonomik durumun ve yurttaşların beklentilerinin değerlendirilmesinde kullanılan endeksler rekor düzeyde kötümserliğe işaret ediyorlar » diyor Metron Analysis İstatistik Araştırmalar Enstitüsü Genel Müdürü Bay Stratos Fanaras. « İnsanlar çok hayal kırıklığına uğradılar ve durumun düzeleceğine olan inançları kalmadı. Ve bu durum toplumsal sınıf, eğitim düzeyi ya da cinsiyetlerine bakılmaksızın herkes için geçerlidir. 1981’den beri her ay bir rapor yayınlayan Ekonomik ve Endüstriyel Araştırmalar Vakfı da aynı şekilde ekonomik ortam endeksinin dikkat çekici bir şekilde en düşük noktasında olduğunu tespit ediyor. »
Bu kasvetli ortamda, sade insanlar mevcut durumu analiz etmelerini sağlayacak araçlardan yoksun durumdadırlar. Polis şiddeti onları içerisinde bulundukları edilgenlikten koparıyor ve safları belirliyor. Zaten bir yön arayışında olduklarından, « cinayeti Manicilik mantığı içerisinde algılıyorlar. Bu trajedi onların yeniden iyilikteki kötülüğü ayırt etmelerini ve buna göre saf tutmalarını sağlıyor ».
Ama sistem kadar siyasal partiler de gençler nezdinde öylesine itibarlarını yitirmiş durumdalar ki bu bağlılığın tam olarak siyasal kaynaklı olduğu söylenemez. 1950’li yıllardan beri Yunanistan’daki siyaset sahnesine üç siyasal aile hakimdir. İki büyük parti, Yeni Demokrasi (sağ) ve PASOK (Sosyalist) iktidarı paylaşmaktadırlar. Yunanistan Komünist Partisine (« dış » olarak da adlandırılan KKE) gelince, Stalinci geleneği alternatif bir güç olarak belirmesine engel olmaktadır.
Solda hakimiyet mücadelesi
Çoğunluğu « iç » (KKE İç) diye adlandırılan Komünist Parti kökenli radikal sol hareketlerin koalisyonu 1968’de kurulan SYRIZA, gençlerle daha iyi iletişim kurabilmektedir. Popülaritesi de buradan kaynaklanıyor. 2007 Eylül ayındaki meclis seçimlerinde %5,04 gibi iddiasız bir oy oranı elde eden oluşum, altı ay sonra yapılan anketlerde %13 oya ulaşmanın mutluluğunu yaşadı.
Radikal sol Koalisyonun (Synaspismos) başkanlığına 33 yaşındaki genç bir adamın, Bay Alexis Tsipras’ın seçilmesinin bu artışa büyük katkısı oldu. Güncel sorunlar karşısındaki özgün pozisyon alışı kadar yaptığı « medyatik hamleler » (Cumhurbaşkanının büyük resepsiyonunda kendisine eşlik etmek üzere genç bir göçmen bayanı tercih etmesi gibi), gençliğin bir bölümünün sempatisini kazanmış gibi görünüyor. Kamuoyu yoklamalarında « normalleşmesi » sonrasında bile SYRİZA bugün, sarsıntıyı anlamakta zorlanan KKE’ye açık fark atarak %8’lere kadar ulaşmış görünmektedir.
Muhalif soldaki bu hakimiyet mücadelesi, SYRİZA’yı halka « çapulcuların sığınağı » olarak ihbar eden Komünistleri, Yeni Demokrasi’nin ve Ortodoks Halk Birliği Partisi’yle (LAOS, aşırı sağ) kurduğu hükümete onay vermeye kadar götürmüştür. Kamuoyunun dikkatini krizin gerçek nedenlerinden uzaklaştırmak için bir günah keçisine ihtiyaçları vardı. PASOK’a gelince, öngörüldüğünden daha erken iktidara gelme umuduyla şimdilik susmayı tercih etmektedir.
Yolsuzluk, safahat, adam kayırmacılık
Hükümete büyük sorumluluk düşmektedir. Şeffaf bir yönetim kurma sözüyle ilk kez 2004 yılında seçilen Başbakan Kostas Karamanlis ve ekibi, kendilerinden öncekilerden çok daha ciddi skandallar içerisinde debeleniyorlar: yolsuzluk, safahat, adam kayırmacılık, hiçbir şey eksik olmuyor. Bunların en sonuncusu, sorumluların haberi olmaksızın Athos Dağında rahiplere ait milli toprakların yasadışı şekilde satılmasıdır. Dolayısıyla yolsuzluğun hüküm sürdüğü bu ülkede her şeyin cezasız kaldığını söyleyen gençler çok haklıdır. Kaşkol ya da balaklava başlıkla yüzleri örtülü (bu yüzden onlara «başlıklılar» adı veriliyor) « ortalığı kırıp döken » ve ateşe veren en radikal göstericiler, Atina’nın merkezinde bulunan, Alexis’in yaşamını yitirdiği Exarchia Meydanında bir araya gelmeyi tercih ediyorlar. Polis onlardan ve özellikle de 1973’teki askeri diktatörlüğe karşı gençliğin bir nihai savaş verdiği Politeknik Okulunun yanındaki bu Yunan tarzı « Greenwich Köyü »nden intikam almak için fırsat kolluyor. Anarşistlerle güvenlik kuvvetleri arasındaki çatışmalar çok eski bir geçmişe sahip.
Dünya televizyonlarının yayınladığı görüntülerde özellikle bu gruplar tarafından yakılan ateşler yer almaktaydı. Ancak dikkatli izleyiciler her zaman sahnelenen olaylar ile aradaki belirgin farkları görebilirdi. Öncelikle « kırıp döken » kitleler daha önce olduğundan çok daha kalabalıktı. Bunun dışında sadece Atina’da değil, birçok kentte daha faaliyet gösteriyorlardı. Ayrıca kentteki şiddet olayları birçok gün sürdü. Şunu da belirtmemiz gerekir ki bu kez şiddet olaylarına, çoğu bugüne kadar anarşizmle hiç tanışmamış olan gençler geniş kitleler halinde katılmışlardı. Hemen her yerde kurulan barikatlarda 13 ya da 14 yaşındaki ortaokul öğrencileri dahi bulunuyordu.
Hükümet « demokrasiye saldırıdan» söze edebilmek için « başlıklıları» ön plana çıkardı. Hangi demokrasiden söz ediyorsunuz? diye karşı çıkıyor protestocular. Hiç şüphesiz ortaokul ve lise öğrencileri polis karakollarını taşladılar. Bazıları, doğrudur, banka şubelerinin tahrip edilmesi eylemlerine katıldılar. Ama bundan birkaç gün önce aynı hükümet, yüz binlerce Yunanlının sefalete batağına saplanmasına ilgisiz kalarak, batan bankalara 28 milyar Euro’luk cici bir yardım paketi armağan etmişti. Halbuki bu bankalar verdikleri küçük kredileri, aşağılayarak, tehdit ederek ve gasp ederek geri alabilmek için özel tahsilat şirketlerini görevlendirmektedirler…
Çoğu zaman şiddete yönelen gençliğin öfkesi özel bir siyasal hedef gözetmiyor. Ama aşırı sol dışında bizzat siyasi partiler hareketin taleplerine kulaklarını tıkarken bunun daha farklı olması beklenebilir mi ki? « Hiçbir açık diyalog, hatta mesaj alışverişi dahi yok, dolayısıyla da bundan çıkartılan ders de yok. İsyanın sona ermesi için gençlerin “kırıp dökmek”ten usanmalarını bekliyorlarmış gibi bir halleri var » diye dikkat çekiyor analist Fanaras. Ona göre göstericilerin büyük bir bölümü bir sonraki gerekçe-provokasyonu beklemek üzere evlerindeki koltuklarına geri dönecekler. Aralarından bazıları şiddet yanlısı grupların fidanlığına katılacaklardır. « Kaltezas’ın öldürülmesinden sonra da böyle oldu » diyor, bir zamanlar Fransa, İspanya ve Yunanistan’da anarko-sendikalist harekette görev almış eski gazeteci Alexandre Yiotis. « Özellikle de 1975’te kurulan 17 Kasım örgütünün saflarına katıldılar. Bu aşırı sol silahlı eylem grubu 2002’de dağıtılıncaya kadar birçok siyasi cinayeti üstlendi. » Artık aktif politik yaşamdan uzaklaşan Yiotis gösterici saflarında yükseltilen bayrakların birçoğunun kırmızı-siyah renklerini bir araya getirdiğine dikkat çekiyor.
Medya tarafından, özellikle de televizyon aracılığıyla aktarılan devlet propagandasında iki unsur öne çıkıyor. Bunlardan birincisi olaylar içerisinde göçmenlerin oynadığı rol. Ateşe verilip yağma edilen mağazaların gözü dönmüş aç göçmenlerin işi olduğu söylendi. Televizyonda Asya’da « gösteri yapmanın, kırıp dökmenin ve çalmanın yaygın bir uygulama » olduğu dahi söylendi. Halbuki şiddet yanlısı unsurlar daha çok yozlaşmış siyasal sisteme karşı ayaklanan yerli halktan geliyordu. Ve eğer romanlar yağmalara katıldılarsa da bunu daha çok polis baskısına verdikleri isimleri unutulmuş kurbanlarının intikamını almak için yaptılar.
Çoğu Yunanlı olmak üzere gözü dönmüş aç kitleler yağmalama hareketlerine giriştiler. « Bu yeni bir fenomen, diyor bir öğrenci. Önceleri, gösterilerde en önde öğrenci ve sendikalar, ardından ise siyasal partiler, arkasından ise SYRİZA yürüyordu. Sonra anarşistler geliyordu ve ortam ısınınca bunlar SYRİZA’nın saflarına karışıyorlardı ve böylece herkes polis copundan nasibini almış oluyordu. Şimdiyse anarşistlerden sonra yeni bir blok daha geliyor: gözü dönmüş açlar… Göçmenler, uyuşturucu müptelaları, umutsuzlar artık gösterilerde karınlarını doyurabileceklerini biliyorlar. »
İktidarın ve medyaların ikinci keşfi ise, « galeyana gelmiş yurttaşların » kanun nizamını korumak ve çapulcuları uzaklaştırmak için bir araya gelmesi hikayesidir. Ama gerçek bunun tam tersidir. Bunların kovmaya çalıştıkları aslında polis memurlarıdır! Yoldan gelip geçenler gözaltına alınan ortaokul öğrencilerini serbest bırakmaları için üzerilerine atlarken, küçük tüccarlar polisin çekip gitmesi için yüzlerine bağırmaktadır. Çocukları evde tutmanın mümkün olmadığını, iki kuşak ebeveynlerinin onları korumak için onlarla birlikte sokağa çıktıklarını biliyorlardı. Dünya tersine dönmüştü…
« Ekonomik kriz sayesinde bu ateşi besleyecek daha çok malzeme çıkacaktır »
Bu hareket uzun süreli olabilecek midir? « Küresel ekonomik krizin çok yakında bize de uğrayacağını, gençliğin büyük bir bölümün marjinalleşmiş kalacağını, eğitimin durumunun hemen yarın sabah itibariyle düzelmeyeceğini, siyasal yozlaşmanın sona erdiğini çok yakın zamanda hemen görmeyeceğimizi göz önünde bulundurursak, bu ateşi besleyecek daha çok malzemenin çıkacağı kesindir » diyor gazeteci ve analist Dimitris Tsiodras.
Daha şimdiden durum Yunanistan’la sınırlı kalmıyor. Hareket kendini « ihraç etme » ya da daha basit bir ifadeyle başkalarıyla yakınlaşma imkanı buldu. Bunun basit bir nedeni var. Bu kuşak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez ebeveynlerinden daha iyi koşullarda yaşamayı ümit etmemenin sadece Yunanlılara özgü bir fenomen olmadığını göstermiştir.
Valia Kaimaki
(http://killasoundyard.fr/WordPress/?p=186 sitesinde Valia Kaimaki imzasıyla 14 Temmuz 2009 tarihinde yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir)