Skip to main content

Soba aşkına

 

Yaşamı hiçleştiren ölümü bilinçaltımızın dalgalı salamurasına bastırıp unutur gibi yaparak, hız ile yüzeyselliğin buluştuğu bir teknolojiye doğru gözü kapalı koşar adım yönelmiş gidiyoruz. Doğa ve çevresi ile aldı-verdisi olmayan başka türlü edilgen bir ilişkiyi sürdürme inadı, çoğu zaman özezer bir içerik kazanma pahasına da olsa insanı geçmişte, eskinin sade zorluğunda ısrara götürüyor.

 


Bulaşık makinesi yerine alıcı renkli plastik leğende, görüntülerin boyut değiştirdiği elsidi televizyon yerine radyoda, motorlu testere yerine balta, son model araba yerine gidebildiğin yere kadar tabanvay yürümekte, büyük şehirlerin aylık ücret uğruna iş piyasasında kölelik etmek yerine kendine yeter olabildiğinde ilkel bir çiftçilikte ya da sermayenin, hırsızların istikrarı için aldatıcı güvenlikli ortamlar yerine özgürlükçü kargaşada diretmek.

Gözden ırak bir balkon köşesinde, nereden geldiği belli olmayan, işitilmeyen, cam açılmadıkça burun, geniz, iç, dirim kurutan, sıva altı ya da zemine gömülü boruların içerisinde sinsice gelip giden aynı sıcak suyun bitmez dolaşımında, her yana eşit dağılan, süre giden ve hasta eden tekdüze bir sıcaklıktansa; emekle, onunla sürekli bir iletişim içerisinde kalarak, onu besleyerek, ateşini görerek, sesini, homurtusunu ve çıtırtısını duyarak soğuğun hemen eşiğinde iliklerine kadar ısınmak.

İnkar edilemeyecek bir gerçektir odanın içerisinde yaşayan kütlenin başarısı. Dönüşü olmayan bir şekilde kapısından içeriye attığımız bilumum nesnelerin hacimlerini yutup küçülterek küle dönüştürürken, olağanüstü ve çok kısa sürede önce artan sonra azalan, dengesiz ama etkili bir ısı yayan bu döküm demir ya da sac canavar, sıcaklığın şüphesiz bizatihi kendisidir. Yoldan kolay çıkabilen ısısıyla zemine zarar vermemesi için çoğunlukla dörtgen mermerin üzerine oturtulur ama son tahlilde yakın çevresindeki her şeyin şeklini ve rengini değiştirir. Soba altında yandan çubuk denetimli hava ızgarası, baca klapesi, alt kapak ya da üst kapak hava delikleri gibi birçok aparatla çeliğin içerisindeki yakıtın yanma hızı zor da olsa ayarlanmaya çalışılır. Varlığından olabildiğince yararlanmak, güç dumanla birlikte bacadan hemen çıkıp gitmesin isteyenler oda içerisinde boruları olabildiğince dolambaç gibi dolandırırlar.

Yaydığı hararet içinden gelen uğultulu sesle doğru orantılıdır. Dalgalanarak gelen ses arttıkça içerisindeki kütlenin yanarken kaloriye dönüşümü de çoğalmaktadır. Hele bacalardan ve sac kaplamalardan çıtırtılar geliyorsa ortam gittikçe kızışıyor demektir. Zaten bir süre sonra hemen soba çıkışına başlanan dirsek, gerçekten de bacanın içerisinde atmosfere kadar yükselmek hevesinde olan dizginlenemez alev parçalarının temasıyla kıpkırmızı oluverir. Sanki bu durum biraz daha sürse, kızıla dönüşen baca eriyiverecek ve zemin dökülecek gibidir.

Sobanın üzerindeki çaydanlık ya da güğümün ıslıkla şarkı çalan sesi, yükselen ısıyla birlikte keyif anlarının da yaklaştığını müjdeler. Hele bir de ucuzundan kestane alınmışsa pazardan, ortam daha da güzelleşir. Önceden çizilip suya atılan koyu kahverengi meyveler soba üzerine dizildikçe, onlar da kendince ıslığa öykünen küçük vızıltılar çıkarmaya başlarlar. Ta ki maşa, bıçak ya da falçeteyle çizildikleri yerden yanmakta olan sarı yuvarlaklar ter yüz edilinceye kadar. Ortamı yanık tadıyla karışık karşı koyulmaz bir lezzet kokusu sarar.

Kuzine denilen mucizevi aletle oturma odaları, içerisinde ciddi ciddi böreklerin, ekmeklerin, yemeklerin sessizce piştiği gizli bir mutfağa dönüşür. Her an göz önünde, sıcak ve pişer pişmez tüketilmeye hazır yiyeceklerin yanı başındalığı.

Ev halkı günümüzde olduğu gibi televizyonun karşısında değil sobanın etrafında toplanırdı. Şimdi hep aynı yöne, parlak camda akraba bellediğimiz aldatıcı yüzlere, kurgusu benzeşen aptal usandıran öykülemelere bakan suratlar, dolaysız sıcaklığın birleştirici, kaynaştırıcı etkisiyle sadece birbirine bakardı.

İçine atılanın, çevresindekileri mutlu ederek kayıtsız şartsız yok oluşu ayrı bir güzelliktir. Geri değil, tam anlamıyla ısıya dönüşüm. Meyve kabukları, muhtelif atıklar, gereksiz kağıtlar, hatta miladı dolmuş eşyalar içine atılıverir ve demir kapağın kapatılmasıyla birlikte bir daha geri gelmeyecek şekilde uzun ve isli bir yolculuğa çıkıverirler. Yaşam ve ölüm gibi gerçek bir yok oluş. Askerde bizim depocu Mete’nin elindeki eski kara postalları attığımız sobanın kısa zamanda kızıla dönüşümünü izler, çeliğin ne zaman çatlayacağı üzerine bahse girerdik. Ertesi gün, ekser sohbetimizdeki özlem ateşimizle birlikte çeliğin soğuduğunda alt tarafından çatladığını fark etmiş, ancak bu vukuatı komutanlarımıza ihbar etmemiştik.

Kırsalda, yaz-kış demeden baltayla odun kırılır; demir canavarın haznesine sığacak boyutlarda koskoca kökler parçalanır. Odun ateşi güçlüdür ancak kısa sürer. Makiliklerin kökünün meşe odununu da aşan kalorisi ise kömüre yakın değerdedir. Tüm sorun henüz yaşken, yani kurumadan ağaç kökünü kullanıma hazır şekle sokabilmektedir. Çünkü bir süre sonra kök taştan da fazla sertleşecek ve parçalanamaz, bölünemez bir bütün haline dönüşecektir. Odundan söz etmişken burada zeytin ağacının mükemmel bir yakacak odunu olduğunu hatırlatalım. Mis gibi kokarak çok güzel ağırca yanar, inkar edilemeyecek şekilde bol ısı yayar ve geriye çok az kül bırakır.

Sobada yakılan torba kömürü de beslemede kolaylık olsun diye birer atımlık küçük poşetlere doldurulur. Dev taş parçalarından oluşan ve sonra sobaya girebilmek için baltayla parçalanan ve kömürlüğe öyle istiflenen eskinin yerli linyitleri yerine artık ceviz büyüklüğünde çoğunlukla Rusya’dan ithal kolayca tutuşabilen cevizden biraz daha büyük boyutta torba kok kömürü kullanılıyor.

Kömür sobası daha ağır ve yaydığı sıcaklık daha istikrarlıdır. Tutuşturulmasından yüklenmesine kadar kullanımı ustalık gerektirir. İşlemlerde yapılacak en küçük bir hata tehlike demektir. Çok soğuk havalarda uyumadan önce kömür atmak sessiz ve acısız bir ölüm anlamına gelebilir. Bir andan altüst olan dış koşulların içeriye vurduğu rüzgar, yavaşça uykuya dalmanızı sağlayan sinsi karbon monoksit. Sonrası yaşamla yok oluşun, düşle uykunun birbirine karıştığı üşümenin ya da ısınmanın olmadığı bir düzleme ağır, acısız, sessiz bir yolculuk.

Çok uzaklardan bin bir zahmetle gelen doğalgazın kent yaşamına girişiyle birlikte, önce varsıl semtlerinde, çok sonra da yoksul ya da sınıf atlama sıralarını bekleyen yurttaşların mahallelerinde kömürün, odunun ve hatta bilumum plastiğin kokusu silinmeye başladı. Önce zihniyetlerde başlayan dönüşüm, bir süre sonra sobadan kaçış doğalgaza geçiş şeklinde en ücra mahalle aralarına dek yayıldı. Zaten oda ortasında ısınan demirin mucizesi, “merkezi” ya da kolektif ısıtmada, kömürle ve hatta “fuel oil” ile nice enerji krizleri dönemlerini atlatmış bulunan apartmanın mantığıyla pek uyuşmuyordu. Sıra sıra balkonlara dizilen meşe odunları ya da kömür torbaları ne kadar düzenli de olsa dışarıdan hoş görünmüyordu.

Boruları özenle temizlenen ve isten arındırılan, kaldırılan bir sobanın boş kalan yerinin yaydığı hüzün anı geldiğinde mevsim dönümüdür artık. Ya çok ağır olduğu için kaldırılmadan köşeye itilip kimliğiyle hiç uyuşmayan bir şekilde el işi dantel üzerine vazoda kuru çiçek koyulacak, ya da yeniden görev alacağı günler için bodrumun kuytu karanlığına geçici olarak gözden uzaklaştırılacak. Ansızın ortadan kaybolmuş bir yakın akraba gibi mekanda bıraktığı boşluğu, o hep sanki oradaymışçasına doldurulmaya başka hiçbir eşya cesaret edemeyecek. Belki termostatlarla ayarlanan sıradan bir sıcaklık yaşamlarımıza diğer davetsiz unsurlar gibi egemen olmaya çalışacak ama iliklerimize kadar işleyen samimi bir dost geri dönülemezin kuytusunda unutkanlığımızla kaybolacak.

Üç kişinin zor kaldırabildiği koskocaman ağır döküm gövdeler hurdaya taşınırken, sobanın yaşamımızdaki biricik pastoral konumu, katıksız emekle ete kemiğe değen sıcaklığın samimi değiş tokuşu, yerini önceden ayarlanmış sıcaklıklar aracılığıyla çürük sarımsak tadında gerçekleşen ‘örtü altı’ bir ısınma simülasyonuna bırakmıştır.