yıkımın ortasında
Ayaz avaz cümlelerle dahi karşılayamadığım bir öz yıkım rüzgarı bu. Bir türlü sığmıyor, sığamıyor içeriğe, içeriye. Hep dışarıda kalan bir garip ezik umut. Kapısı kapatılamayan. Menteşeleri zorlayan.
İçerisine gizlenmeye çalıştığım kibrit kutusu metal yığınlar, gereksiz satır başı vurguları gibi çatır çutur esniyor. Hacmin dile gelişi, dile girişi, her bir darbede içime sızışı. Aydınlıkla karanlık arasında ısı farkından değil ama.
Alt kattaki iri yaratık, on beş yirmi beşlik mıcıra açtığı yuva girişine her geri dönüşünde kara kıllı kafasını demir profile çarpıyor. Uykuya dalamamışlığımın kıyısına vuruyor dalgınlığının acısı. İçeride antika bir saatin sarkacı kafama vuruyor sanki: uyanıyorum.
Beni elli kere ayaküstü satan, her günü ayrı aksesuarlı bir esrar. Hayalkıranımda temasınla yücelen koskocaman bir dalga bu. Umut diyemem çünkü sonrası yok bunun. Ardı olmayan bir beklenti. Yorulmak bilmeyen sarkaca ucundan tutunan bitkin bir acı. Olmayacak tutkuların çağırısında bir geliyorsun, bir gidiyorsun. Geldiğinde en sıcak halinle karanlık kıyılarıma bal gibi değiyorsun. Kolumu okşuyorsun. Çok sevdiğin elimi tutuyorsun. Serçe parmağımı ısırıyorsun. Avuç içimi bir sıkıyor bir bırakıyor gevşeyen direncin.
Gittiğinde tuz buz oluyor ortalık. Yoksun. Ekranda, cepte, düşte, dışarıya açılımlı pencereye vuran projektörün ışığında. Gözümü kapatsam, kapatabilsem yakın geçmişteki yanılsamaya, tak diye öldüreceğim seni ama olmuyor bir türlü. Takmıyorum olan biteni, ciddiye almak istemiyorum.
Kapanmıyor kapalı gözlerim, göz bebeklerim incecik deri örtüsünün altında bir sağa bir sola depreşip yine seni arıyor.
İlaç, büyü filan diyeceğim ama o da değil. Ne yaptıysam hep isteyerek bilerek, bilinçli olarak yaptım.
Bile bile kendi isteğimle içine girdiğim, gırtlağıma kadar saplandığım bu sahte manevra girdabından kurtulmak, kara balçık bok çukurundan kendimi dışarıya çekebilmek için tutunacak temiz bir yer arıyorum.
Buradan çıkış var mı? Yasaklı numaralarıma dahil ediyorum seni. Olur olmaz yerde, gündüz hayalimde gece düşümde tekrar tekrar bal gibi ta içerime girip çıkmana engel olmak için. Altmış santimetre solumda garip aygıtın içerisinden sihirli bir sürtünmeyle çıkacak gibi oluyorsun. Titreşime alınmış iç çekişlerle örtü kıpraşıyor.
Her şey bitti diyorlar. Aslında söylemiyorlar, biz öyle çıkarsıyoruz. Gerçeğin etrafında dört dolanan yalancı heceler birbirine değmeden birleşip istemediğimiz, işitemediğimiz yarım sözcükler buruşturuyor. Seni bensiz ve belirsiz bir yolculuğa çıkaracaklar için rutubetli duvarlar boyanıyor, karoların üzerine naylon döşemeler kaplanıyor. Komşu evle olan duvar en kuru ve en düzgün yer olması gerekirken en çok su buradan işlemiş. Boyacı ustası çok zaman kaybediyor. Zımparayla kabaran yerler kazınıyor, macunla düzeltmeler. İncecik boyayla taşa kazınmış olan bitenin üstünün örtmek mümkün mü?
Baharı gözyaşlarında karşılarken bronşlarıma takılan naylon hışırtısının bulanık tortusu bu soluduğum. Sevgi, çiçek miçek, toprak filan yok içinde.
Yalnızlığımın çukuruna ilişecek ve pusuya yatacak bu ağır yara da. Kardeşlerinin hemen yanına yerleşecek. Tıpkı senin ve onun gibi. Hiç ummadığımız bir yerde, birden bire peydahlanıp yeniden acıtmak ve öldürünceye kadar kanatmak üzere.