Skip to main content

koma

Résultat de recherche d'images pour "edvard munch" Yorgunluk mu? Evet, çok yoruldum. Hem de daha önce hiç yorulmadığım kadar. Onun için her gün artan uzunluklarda koşuyorum.

Manda donuna girmiş yanıtsız insan bedenleri içerisinde gölgenin özüyle ışığı kışkırtıyorum. Ne kadar karmaşık değil mi? Halbuki öylesine, gelişine, çok düşünmeden. Her iki yandan baldırıma saplanan paslanmaz çelik tadında…

 

Önceden çizilene sonradan geriye dönük anakronik anlamlar yükleme zorunluluğu. Bu bile yoruyor beni.

Halbuki işimi kolaylaştırmıyor değil bu ifade etmeden önce dört kere başının üzerinde ‘dolandırma teknikleri’; mağaraları terk ettiğimizden beri.  

Gecenin en karanlık köründe güneşin öte yakadaki parlaklığını görüyorum. Aşkınlığımın cevheri işe yaramayan yaradılışların teleğiyle havalanmaya kalkışıyor. Pat pat pat pat… Boşu dövüyor içi hava dolu kabarcıklar. Dünya imgeleri yetmiyor anlığı karşılamaya. Bak işte çakılıverdim küt yere! 

Yedi delikli insanların kaybeden görsel derinliği.

Sığ oynuyorum. Anımsamamanın sığlığı. Demans rahatlığı ve mutluluğu.

Yaşam yakıtı unutma ölümü değil, hayata dönüşü simgeler. Çünkü ancak unuttuğumuz kadar yaşayabiliyoruz. Unuttuğumuz kadar yaşıyoruz, yol alıyoruz.      

Bu dört göz açık cin gibi derin uykunun orta yerinde, bilinçli bilinçsiz bir garip koma haline girdim. Gözlerim açık. Bakıyor ama duymuyorum. Göğsümün inip kalkan hızında sözcükler yutan nefesinde sürekliliğe öykünüyorum. Gözlerimi kapatınca yanımda oluyorsun. Bilinç yitimi diyorlar buna ama sanki sadece sen var olup yitiyorsun. Bilince değen bir şey yok gibi sanki. Gidip gelen gül gerçeği dudaklarından başka.  

Gizli numaralı bir çağrıya örtünüyor merakım. Yoklamayı beceremiyorum. Gölgelerin titreşimlerinden ha bire fikir geliştirmeye, yön üretmeye çalışıyorum. 

Bunların hepsi söylem ağı içerisine hapsolmuş güdük kalkışmalar aslında. Senin aslını da hayaletini de yaratan benim. Beynini düzdüğümünün imgelemi yaşam bulandırıyor.

Kendi vadesi içinde yaşayan yer değiştirmeler çare olmuyor durum tespitlerine. Düş gücüyle murakabeler kovalıyorum ama olmuyor.

Yatağa hapsolmuşum bir kere. Özgürlük bilinci boşa çıkmış. Ses dışında belirteci olmayan geliş gidişlerin bir tür nefs eziyeti. Uykuya kapanıyor sesin. Düşlemimizin meyvesi küçük Ahmet’in henüz tasarı halindeki dirimini demir yığının hemen altında gidip gelen kemirgen telaşla yuvasına taşıyor.  

Yürürken önünü süpürüyor yokluğun. Bu kez değmek değil ama temassızlık acı getiriyor. Ruhölçümü umutsuz gecelerde soluyan döşemelerin seslerini dinliyorum. Çitten atlayan kısayol düşkünü namussuzları sayıyorum yaşama yeniden dalmak için.

Olmuyor.

Çıkmıyor bir türlü aklımdan bana değen bebek gözlerin.    

Oyunun hası aslında doğumla birlikte başlamadı mı sanki – doğmuş olan ölür nihayetinde. Ama maruz kaldığım bu oyunun gerisinde hangi arzu iblisinin intikamı gizleniyor?  

Ortada tüm gösterenleriyle birlikte bal gibi bir sevgi var ama sevenler yok. Zaman bedenlenmiş var oluşun üzerine kapanıyor. Yazgı diyorlar buna.

Yazgın kapandaki düşüncendir.

Kireç beyazı surata yapışan mor lekeler, sallanırken iliğine kadar canı yanan beden. Dirimimi izlemekle yükümlü aletler dahi şaşırıyor olan bitene. Düdükler, dakikada bilmem kaç atan yürekler, kan basınçları, koluma bağlanan, sözüm ona güç veren sidik sarısı şişe…

" Biri bana bütün bunların düş olduğunu söylesin! "