yerine
Hayırsız olan sen değil, en az her insan kadar bencil olan bendim. İyi günde, sonradan sahteliği doğrulanacak kısa kısır mutluluk alışverişlerinde de olsa, kötü günde, hastalığının doruğa ulaştığı anlarda yanında olamadım. Gerçi şatafatlı bir tören eşliğinde herkesin gözü önünde el ele, ayak basmalı verilmiş bir söz de yoktu aramızda, ama bunca geri dönüşün, bunca yakın temasın hatırına bunu yapmalıydım. Olmadı, yapamadım. Yaşamın boğucu sıradanlığına teslim olarak her zamanki gibi kolayı seçtim. Zamanın uğursuz bir yerinde, farkına varmadan ya da bile bile ve umursamadan yapılan anlık bir hareketle yıkılıveren koskoca yüklü geçmiş. Şimdi durup –bu yok edici akışta gerçekten durmak mümkün mü?– geriye bakınca daha iyi anlıyorum, söylemesi zor ama bana olan bağımlılıkta açlıktan, sığınma arayışından çok sevgi ihtiyacının payı vardı. Benim ilgim ise her koşulda yinelenen bir gündelik devinimin bir kez daha yeniden yaşanması arzusundan kaynaklanıyordu. Yemek yemek, su içmek gibi rahatlatıcı ama fazlasıyla bağlayıcı.
Cinsiyetinin üç rengi, karın bölgesine gizlenerek sığınan çok pamukumsu bir beyaz, genele hakim olan egemen soluk bir sarı ve çizgiler halinde kendini öne çıkaran siyahtı. Türünün saçları olsaydı, iradeli, baş eğmez, dirençli, mücadeleci bir kadın gibi, seninkiler hep kısacık olurdu.
İlk karşılaştığımızda sana tıpatıp benzeyen çocukların için deliler gibi sağa sola koşuşturuyordun. Yaşadığın mekanın sunduğu görünür güvenlik olanaklarına sığınmıyor daima tetikte kalıyordun. Gerektiğinde onların yerlerini değiştiriyor, bizler cesaretlenip sevmeye yeltendiğimizde pür dikkat en küçük hareketimizi şüpheyle izliyordun. Hiçbir zaman bilinen anlamda bir “sahibin” olmadı. O sürekli boğazını temizleyen yaşlı adamın geçici misafiri gibiydin. Kışın ağırlıklı olmak üzere barakaya sığınıyor, yazın her zaman dışarıya açılan bir noktası olan dar mekandan kendini dışarıya atıyordun.
Sonra yinelenen öksürüğün sesi kesildiğinde, evin birisinin kapısı kapandı, diğerininki açıldı. Ama yine de sıcak ve garanti bir sığınak uğruna hiç kimseye kapılanmadın. Özgürlüğe olan bağımlılığının gücüyle yarı içeride, yarı dışarıdaydın. Bu yüzden zamanla sana bir ad vermekten bile kaçınanların varlığından ya da yokluğundan etkilenmemenin yöntemlerini geliştirdin. Bu zor yaban koşullarda kendi kendini idare etmeyi öğrendin. En çok tarlada deliklerinin başında sabırla beklediğin ve taze et kokusu bazen ağzına sinen fareleri yiyordun. O kadar güçlü, uyanık ve çevrende olan bitene duyarlı olmana karşın, hiç kavga ettiğini görmedim.
Uzun bir aradan sonra geri döndüğümüzde, bu taraftan çıkan tek tük seslerin çağrısında, ilk başlarda çekingen tavırlarla da olsa mucize gibi birden ortaya çıkıveriyordun. Sanki her gün pusuda benim gelişimi bekliyormuşsun gibi. Tavırların hiç kendinden emin olmasa da, ayaklarının bastığı her yer, gözlerinin değdiği her ufuk senindi. Dışarıda daima diken üstünde olan algıların, içeride, kapı bir kez içeriden kapandığında dört duvar arasında benimle birlikte emin bir uykuya dalıyordu. Yine de fırsatını bulduğunda o dönemler boş olan üst kattaki odaları teker teker gezip bir güzel teftiş etmekten geri kalmıyordun. Sobanın ilk sıcaklığında içini ısıtıyor, sonra kademe kademe uygun bir yere yerleşiveriyordun. Telafi arayan ısrarlı özlemin avuçlarınla etime geçiyordu.
Anne iken çocuklarına taşırken yaptığın gibi kimi zaman bana da karanlığın içinden, muzaffer bir sesle duyurduğun, nasıl gafil avlandıklarına sızlanıp cıyk’larken son nefeslerini vermekte olan küçük yarı ölü armağanlar getiriyordun. Bir şeyin karşılığını vermekten ya da beklemekten daha çok anne gibi esirgeyici, koruyucu bir tavırdı bu. El değiştirmeyen bir yakınlık.
Yokluğuyla varlığının önemi artan arkadaşım. Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez. Tıpkı benim için şimdilerde olduğu gibi, senin de son kum tanelerinin süzülüşü izleniyordu. Gözü bulanık bir hayvan hekiminin önce uyuz olarak değerlendirdiği kulağında başlayan yarayı kaşımaman için, boğazına sonrasında hemen parçaladığın plastik huniler bile geçirdiler. Sen kaşıyıp kanadıkça küçülen kulağına sürülen merhemleri kısa sürede tükürüğünle temizledin. Bu beyaz önlüklü şarlatanların para karşılığında salık verdiği yanlış tedavileri açıkça reddediyordun.
Daha önce başımın üstünde kabullendiğim, senin keyfine, tavrına göre şekillenen birlikteliğimiz onun, o her yabancıya tıslayan İstanbul apartman güzelinin devreye girmesiyle birlikte birden bire kopuverdi. Seni görünce ürperiveriyor, bir zamanlar içime sıcaklık yayan siluetin artık ama o dışarıda mı, bizi görecek mi, şimdi ne yapacak, acaba yine saldıracak mı türünden kaygılara neden oluveriyordu.
Kapıya gelsen de içeriye giremiyor, tahta sandalyenin üzerine tünüyor, yemeğini yiyip çekiliyordun. Son zamanlarda sürekli olarak içerideki delinin açık saldırısına uğramaya başladın. Hasta halinle koşar adım evin önünden belli bir noktaya, bir ağaç dalına kadar geri çekiliyordun. Ama sen geriledikçe mekanı gün geçtikçe daha da sahiplenen deli üstüne geliyordu. Onun da hatası değildi bu. Daha önce bu kadar yakından bir başka canlıyla temas etmemişti.
Sonra, sonra birden bir süre yok oldun.
Önce kapının önünde, sonra da uzaklarda gözlerimiz seni arar oldu.
Bir hafta sonra senin için öldü dediler. Koskocaman olmuş kızının oralarda bir yerde. Zaten türün için belirlenen sürenin üzerinde yaşamıştın, vadeni çoktan doldurmuştun, zamanın gelmişti, artık daha da fazla gecikmeden gitmen gerekiyordu, dediler.
Son günlerinde seni rahatlatmak, içeridekinin saldırılarından korumak, biraz daha iyi beslemek için hiçbir çaba harcamayan bencilliğim yine devreye girerek bu kez “çok üzüldü”. Sanki hiçbir olumsuzluk olmamış gibi.
Sonra yokluğunda sarf edilmesi ucuz anılar devreye sokuldu. Ne kadar iyi bir kediydin, ne güzeldin, ne akıllıydın, ne güzel mırıldanırdın, sevgiden tırnaklarını geçirirdin, iyi fare avlardın, çok akıllıydın vs.
Olayları bir kez yaşandıktan sonra, tarafları ortadan kaybolduktan, meydandan çekildikten sonra miş’li edilgen, di’li kendinden emin geçmiş söylemlerle yeniden kurgulamak, şeklini değiştirmek, kendimizi işin içinden sıyırmak için birinci tekilden işimize geldiği gibi yoğurmak, algıladığımız kadarıyla hakikati ters-yüz etmek ne kadar da kolay, değil mi?
Tıpkı seninle yaşadığımız anları artık asla geri getirmeyecek bu yazıyı yazmak gibi.