Kedi, yalan söylemeyen kadındır
Çok sevdiğimiz, adı anıldığında içimizin buruştuğu, bize duvarımızda Jeanne’ın evinde kedilerle çekilmiş elde pipolu resmi ve söylemi kadar yakın bir uzak akraba gibidir bu adam. Biraz zor anlasam da, bazen anlamasam da tam da benim gibi konuşuyor dediğim bir ikinci ağız. Genelde sözleri çok uzun olan şarkılarının ancak çarpıcı birkaç dizesi akılda kaldığından, kara kaplı şiir kitabını elimize alarak –bilebildiğimiz- şarkılarını gençliğimizde ailecek söylediğimiz bir ozan. Yaşlandıkça dünyayı kedileri kadar ciddiye almayan bakış açısıyla daha da örtüştüğümüz, kendini hiç de önemsememiş bir adam.
1938 ilkbaharında, on altı yaşındayken kötü bir maceraya bulaşır. Cep harçlığı edinmek kaygısıyla, içerisinde yer aldığı arkadaş çetesi, aile yakınlarının başlıca kurbanı olduğu bazı hırsızlıklar yapar. Arka arkaya yaşanan bu hırsızlıklar, memleketi Sète’i ayağa kaldırırken, Georges kendi hesabına ablasının yüzük ve bileziklerini de aşırır. Polis en sonunda suçluları yakalayınca mahallede büyük bir skandal patlar. Baba Jean-Louis Brassens, kendisini karakoldan almaya gittiğinde onu hiç azarlamaz. Babasının tutumunu selamlamak üzere, ancak ölümünden sonra seslendireceği Les Quatres Bacheliers adlı bir şiir bile yazar. 1939’da bu hırsızlık serüveninden hapis cezasına çarptırılır; koleji terk eder. 1940’ta Sète’ten ayrılır ve Paris 14ncü bölgedeki Halası Antoinette Dragosa’nın yanına yerleşir. Renault Fabrikasında işe girer. Ancak Paris ve Billancourt Fabrikası da bombalanınca işe ara verir. Alman Ordusu Paris’i işgal eder. Yazı, geri döndüğü doğduğu topraklarda geçirdikten sonra, Alman işgali altındaki Paris’e geri döner. 1943’te Nazi Almanya’sı işbirlikçi Vichy Hükümetine zorunlu çalışma hizmetinin uygulanmasını dayatınca 22 yaşında Almanya’ya, Berlin yakınlarındaki Basdorf Çalışma Kampına gönderilecektir. Burada BMW uçak motorları üretiminde çalışır. Bir yıl sonra aldığı on beş günlük izin sonrasında bir daha Almanya’ya geri dönmez.
Florimont Çıkmazı
Paris’te halasının evinde kalarak Gestapo’nun kontrol noktalarında kurtulamayacağını anlayınca, halasının arkadaşı otuz yaşlarındaki evli terzi Jeanne Planche’ın 9ncü bölgede bulunan Florimont Çıkmazındaki evine sığınır. Jeanne bu özgür ruhlu adamı çoğu zaman ana şevkatını da aşan bir şekilde sevecektir. Burada ne havagazı, ne de elektrik vardır, soğuk suyla yıkanılmaktadır. Evin küçük avlusunda gerçek bir çiftlik barınmaktadır: köpekler, kediler, kanaryalar, kaplumbağalar, bir doğan ve bir şarkısında dile getirdiği bir dişi ördek. Sabahları 5’te kalkıp, gün batımıyla uyuduğu, eski bir banjo ile şarkılar bestelediği bu küçük dünyada yirmi iki yıl kadar yaşayacaktır. Anti-militarist ve kilise karşıtı Brassens, bu dönemde aşta ressam Marcel Renot ve şair Armand Robin olmak üzere anarşist militanlarla yakınlaşır ve Bakunin, Kropotkin ve Prudon’un kitaplarını okumaya başlar. Fédération Anarchiste ve Le Libertaire’de takma adlarla makaleler yazmaya başlar. Aynı zamanda ücretsiz olarak yazıişlerinde çalışır ve düzeltmenlik de yapar.
"Kedileri seviyorum çünkü hiç polis kedi görmedim"
Sadece kedileri değil tüm hayvanları da sevmektedir; kelebekleri, köpekleri, papağanları. Kedi olmak istediğini dahi söylemiştir dostlarına: “bıyıklı hayvanlar olarak aramızda çok iyi anlaşıyoruz”.
Arkadaşlarını memnun etmek için yayımlanmasına izin verdiği “Mucizeler Kulesi” adlı sürrealist romanında Montmartre’daki yedi katlı binada bir itiraf edilemeyen cemaat halinde yaşayanların boğazlarında gerçek kediler solumaktadır. Brassens’in Jeanne’ın evindeki yakın çevresinden çok da farklı olmayan bu kulede değişik icatlarla karşılaşıyoruz: şarapla su üretmeye yarayan cihaz, daha kalkmadan başlangıç noktasına geri dönecek kadar hızlı bir uçak, diyabetlilerin üresini şekerli kurabiye haline getiren makine, şebeke suyunu elektriği kullanarak kutsal suya dönüştüren sistem gibi. Kulede yaşayan anti-konformist özel kişilikler buradan ancak çok özel durumlarda aşağıya inerler. Örneğin dostları Voirie-voirie (Fransızca çöplük) ve Annie Pan-pan-pan’ın evlilik töreni, yani “burjuvalar gibi aşkı Devlete ıstampalattırmak için”. Ama bu medeni durumda bile işler çok da klasik bir şekilde gelişmez. Düğün kortejinin yolu bir cenaze konvoyuyla kesişir ve merhum fikir değiştirerek tabutunu terk etmeye karar verir. Kulede garip derneklere de rastlanır: « En üst düzeyden aşağılanan aile bireyleri », « Kendinden geçmiş otuzbirciler gizli tarikatı », «ıslah olmuş ölü gömücüler », « yüz kızartıcı hastalıkları yayma cemiyeti (Fransızca kısaltmasıyla S.P.M.H.) » gibi. Dışkıların içinde doğan ve çok genç kızlarına tecavüz etmesi için annelerin birinci tercihi olacak kadar cinsel organı küçük olan Voirie-voirie, incirlerle lacivert taşı parçalarını sürekli olarak birbiriyle karıştıran renk körü Sosthène Amca, icra memurları gelmeden önce yumurtlayan tuhaf tırtılın kocası, « sözde Eyfel Kulesini » de içine alacak kadar cinsel organı geniş olan Annie Pan-pan-pan.
Ancak kule sakinleri çok ciddi bir tehditle karşı karşıyadır: bir gün aynaya baktıklarında, insan haline geldiklerini fark ederler. Anjin olduklarında ya da sesleri kısıldığında söyledikleri türden “boğazlarında bir kedi” vardır.
Neyse ki bu durumun, insan olduklarını gördükleri bir kabustan ibaret olduğu kısa sürede anlaşılacaktır.
« Yeryüzündeki en büyük fırtına » koptuğunda, bütün cemaat Annie Pan-pan-pan’ın rahmine sığınır. Annie kendisine sığınanlara şu uyarıyı yapmaktan geri kalmaz: - Hiçbir şeye zarar vermeyin, çivi çakmayın, çukur kazmayın, yere yağlı kağıt atmayın…
Brassens kedileri çok seviyordu: “Kedilere bayılıyorum” derdi. Onun fotoğraflarından geriye bıyık, gitar, pipo ve kediler kaldı. Onların bağımsız tavırlarını seviyor, yaşam tarzlarını izliyor, fotoğraflarını çekiyordu. Her zaman kedilerle birlikte olmuş olan Brassens, İkinci Dünya Savaşı sırasında yanlarında kalmaya başladığı Jeanne ve Marcel Planche çiftinin evindeki çok sayıdaki kediye kısa sürede uyum sağladı. Evde o kadar kedi vardır ki her akşam onları sayıyor ve odasının duvarında listeleyip doğum ve ölüm tarihlerini kaydediyordu.
Brassens müziği, kitap okumayı, hayvanları ve özellikle de kedileri severdi. (…) Kedileri vardı, ama onlara « sahip » değildi. Onlara isim vermiyordu, onun için kedilerin hepsi « kedi » idi. Onları çağırmıyordu, kediler ona kendiliğinden geliyor ya da gelmiyordu, isteklerine göre. (…)Diledikleri gibi eve girip çıkmalarına izin veriyordu. Bağımsızlıklarına saygı gösteriyordu.(René Fallet)
Kediler Brassens’in yaşamında olduğu kadar şarkılarında da önemli bir yer tutar. Margot adlı çoban genç kızın çimenlikte bulduğu kediyi emzirmesini ve bunu yaparken köydeki delikanlıların, muhtarın, öğretmenin, rahibin, bekçinin, postacının, jandarmanın işini gücünü bırakıp onu izlemesini anlattığı “Brave Margot” (Yürekli Margot) şarkısının yanı sıra “Testament” (Vasiyet) şarkısında, ölümünden sonra karısının yeni kocası olarak yerini alacak adamın, şarabını içmesini, karısını sevmesini, piposunu tüttürmesini, tütününü içmesini, ama asla kedilerini dövmemesini, eğer döverse hayaletinin gelip onu cezalandıracağını bildirir.
İnsanları duruşu, söyledikleri ve yaptıklarıyla değil, kadınlarla ilişkileri üzerinden “zührevi” olarak değerlendirmeye, en küçük bir sıra dışılığı “top, mop” diyerek yaftalamaya çok meraklı bir milletin ferdi olarak, çok isteyerek olmasa da, belki ona daha çok yaklaşma kaygısıyla, hele bizzat kendisinin yaptığı kadın-kedi benzetmesinden hareketle üstün körü değinmekte belki yarar olabilir. Jeanne’ın Paris’teki evine yerleşmesinden sonra ve gençliğinde de mutlaka birçok aşkı olmasına karşın Brassens’in hayatının kadını, 1947 yılında XIVncü bölgedeki bir fırında karşılaştığı, Estonya asıllı eski bir komedyen, kendisinden dokuz yaş daha büyük olan Joha Heiman’dır. Ona Almanca bebeğim anlamına gelen püppchen sözcüğünden hareketle “Pupchen” adını verecektir. Je me suis fait tout petit devant une poupée şarkısındaki bebektir bu kadın. Joha da ona Kral Jo diyecektir.
Aşkı kurumsallaştırmanın başından beri karşısında duran Brassens burada da tavrını bozmayacaktır. Bu ikili hiçbir zaman aşklarını ıstampalattırmayacak, birlikte yaşamayacaklardır. Sıra dışı çift tatile çıktıklarında dahi aynı ev içerisinde ayrı odalarda kalacak ve bir veba gibi gördükleri gündeliğin sıradanlığından uzaklaşmak için aralarında sık sık gizli aşk kaçamakları yaratacaklardır. Çocuk konusunda ise Brassens’in sözleri çok açıktır: « Çocuk yapmamayı seçtim (…) Yalnız yaşamayı tercih ederim (…) Dünya bu haliyle bana uygun olmadığından, ardımda zürriyet olmasın istedim. » Tanrı her birinin omzuna dokunup “git bak bakalım yukarıda mıyım, değil miyim” dediğinde ikili 18 yıl aradan sonra Sète’de aynı mezarda buluşacaklardır.