Jeotermal felaket
İnsanın değil doğal yaşamın müdahale olmaksızın sürekliliğinin temel alındığı eşitlikçi, ortaklaşacı, üleşimci bir dünya kurulmadan ve bu yolda halkla bütünleşmiş yapılar içerisinde mücadele etmeden “Çevre”nin kurtulmayacağını çok genç yaşlarında kavramış bireyler olarak, önceliği yerine ve zamanına göre değişmekle birlikte siyasetle çevre mücadelesinin birbirinin ayrılmaz parçası olduğunu, işgücünün bin bir ara şekle dönüştüğü günümüzde dahi, iktidarın vücut bulduğu her alanda olduğu gibi sorunun dönüp dolaşıp emek-sermaye çelişkisine dayandığını hiçbir zaman unutmadık.
Hem de çıkıştaki tüm güzelliklerine ve insanlara, tüm halk kesimlerine eşit bir biçimde sağladığı tüm yararlara rağmen ‘yoldan çıkan’ bürokratizm tuzağına düşen devlet kapitalizmi deneyimlerinin en acımasız çevre katliamlarının sahnesine dönüştüğü, doğa düşmanı aygıtlar halini aldığını hiç de görmezden gelmeyerek.
Nükleer karşıtı eylemler, siyanürlü altına karşı direniş örnekleriyle filizlenerek şaha kalkan ekoloji mücadelesi yerelde yaşamına, toprağına, suyuna sahip çıkmanın çok güzel örneklerine sahne oldu. Hem de iktidarı tüm bileşenleriyle ele geçirmiş bulunan sermayenin her türlü karalamasına ve küçümsemesine rağmen. Gezi direnişi, halkla bütünleşmiş bir çevre mücadelesinin, yeri geldiğinde, uygun bir konjonktürde nasıl bir toplumsal boyuta dönüşebileceğinin, doğa, yeşile, ağaca sahip çıkmanın kaçınılmaz olarak insana sahip çıkma halini alabileceğinin çok somut bir örneğidir.
Son dönemde yaşamın her alanını saran OLAĞANÜSTÜ HAL, çevre alanında da tüm şiddetiyle yaşanmaktadır. Kıdem tazminatı hakkının gasp edilmesi, grev erteleme ya da yasak kararları, örgütlenme, toplantı ve gösteri haklarına yönelik yasadışı keyfi baskılar nasıl emek hareketinin elini kolunu bağlıyorsa, ÇEVRE konusunda da mevzuatın sürekli değiştirilmesi ve ENERJİ BAKANLIĞI, ÇEVRE ve ŞEHİRCİLİK BAKANLIĞI gibi devletin belli kurumları örgütlü olarak SÜRDÜRÜLEMEZ bir YAŞAM yolunda tüm güçleriyle dizginsiz bir şekilde taarruzdadır. Adını çok iyi bildiğimiz ama yüzünü ve konuşma tavrını hiç de beğenmediğimiz bu genç SİYASETÇİLER sadece birilerinin gözüne girmek için değil ama arada bir şeyler de kotarabilmek için “Milli Enerji ve Maden Politikası” perspektifi altında belirlediklere SÜRDÜRÜLEMEZ HEDEFLERE yönelmek için elde kalan doğal alanlara dizginsizce saldırmaktadır. Zeytincilik Yasasına yönelik son değişiklik girişimi bu yolda mevzuatta kalan son engellerin ortadan kaldırılması çalışmalarının bir parçasıdır.
Mevzuattaki boşluklar zorlanarak ve zaten yetersiz olan mevcut yasaları dahi dolanarak faaliyet yürütme telaşında olan girişimciler karşısında YETKİLİLER, KENDİLERİNE TANINAN TAKDİR HAKKINI, ÇED YÖNETMELİĞİ EK 2 LİSTESİ’NE GİREN HER FAALİYET İÇİN ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR KARARI VERME ZORUNLULUĞUNU İÇEREN BİR BAĞLI YETKİYMİŞ GİBİ ALGILADIĞINDAN OLSA GEREK, UYGULAMADA EK 2 LİSTESİ KAPSAMINDAKİ FAALİYETLERİN EZİCİ ÇOĞUNLUĞUNDA ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR KARARI VERMEKTEDİR.
Son yıllarda Türkiye genelinde, hiçbir saha çalışmasını içermeyen UYDURUK “KES YAPIŞTIR” PROJE TANITIM DOSYALARIYLA yapılan 56.071 ÇED başvurusundan 51.200’ü (yani %92’si) için ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR KARARI VERİLMİŞTİR.
Nükleer, termik santral, siyanürlü altın, HES (Hidroelektrik Enerji Santrali), RES (Rüzgar Enerji Santrali) derken şimdi de başımıza JES (Jeotermal Enerji Santrali) belası çıktı. Termal sözcüğü sizi aldatmasın, kendi halinde toprağın üstünde kaynayan kaplıca suyu değildir söz konusu olan.
Yerin 1500 ila 3000 metre derinlerinden yüksek sıcaklardaki AKIŞKAN MADDENİN (dikkat su değil!) açılan kuyular yoluyla yüzeye çekilerek elektrik enerjisi elde edilmesi söz konusudur. Yoğun bir şekilde ağır metaller içeren söz konusu AKIŞKAN MADDENİN, termal kaynaklarda olduğu gibi seralarda, konutlarda ya da otellerde ISITMADA kullanılması olanaksızdır.
Çevreyi korumakla yükümlü devlet kurumları işi gücü bırakıp talimatla YATIRIMCI DANIŞMANLIĞI yaptığı için, Türkiye’deki her türlü tesiste olduğu gibi JES’lerde de hiçbir şekilde denetim yapılmamaktadır. AYDIN Bölgesindeki mevcut uygulamalar bunu açıkça ortaya koymaktadır. Normal şartlarda yerleşimden uzak ve verimsiz atıl arazilerde açılması gereken JES santralleri ve kuyuları yerleşimlerin içerisinde kurulmakta, dengenin bozulmaması için bir bölümü aynı kuyudan geri salınması gereken AKIŞKAN MADDE maliyet kaygıları nedeniyle geri enjekte (REENJEKSİYON) edilmemekte ve içerdiği tüm zehirlerle (başta BOR, ARSENİK, SÜLFÜR olmak üzere birçok ağır metal) birlikte hiçbir işlemden geçirilmeden vahşice doğaya salınmaktadır.
Kuyu açılırken ve denetimsiz işletme süreci içerisinde, zehir içeren AKIŞKANLAR yüzey sularına salınıyor, toprağı ve derin suları kirletiyor. Üretim sırasında oluşan ZEHİRLİ GAZ İÇEREN BUHAR (CO2, H2S, NH2, SO2, metan, argon, radon v.b. gibi toksik bileşik) vahşice doğaya salınmaktadır. Bu durumun kısa süresindeki etkileri AYDIN’da somut bir şekilde hissedilmektedir. Yörede tarımsal üretim yoğun bir şekilde durumdan etkilenmiş, birçok incir ve zeytin ağacı kurumuş, yörede kaydedilen kanser vakalarında artış kaydedilmiştir.
Bağlı bulundukları holdinglerin, şirketlerin çoğu aynı zamanda enerji sektöründe de faaliyet gösteren MEDYALARIN GÖRMEZDEN GELDİĞİ bir olayda, Şubat ayı başında AYDIN Germencik’te 450 kovan arısını JES’lerin havaya saldığı zehir nedeniyle kaybeden çiftçi Hadime CAMIZ, ÇED toplantısı sırasında durumu protesto etmek için son çare olarak üzerine benzin döküp kendini ateşe vererek AĞIR YARALANMIŞTIR.
AYDIN Büyük Menderes Havzasında halen faaliyette olan 27 adet JES havzadaki tüm doğal yaşamı katletmektedir. Bu SÜRDÜRÜLEMEZ VAHŞİ FAALİYET çok yakın bir süre içerisinde bölge halkını göç etmek zorunda bırakacaktır.
Daha şimdiden etkileri yoğun bir şekilde yansımaya başlayan JES FELAKETİ daha henüz başlangıç aşamasındadır. İKTİDARIN birkaç yıl içerisinde bu sayıyı –Davutlar Ovası, Didim’e kadar uzanan bölge ve delta dahil- 200’ÜN ÜZERİNE ÇIKARMAYI PLANLADIĞI ANLAŞILIYOR. (Kaynak AYDIN 2.Çevre Kurultayı)
Yakın zamanda AĞAÇLI-DAVUTLAR bölgesinde kurulmak istenen BOZYAZI KÖRFEZ TURİZM VE İNŞAAT A.Ş.’ye ait JES projesi için AYDIN Çevre ve Şehir İl Müdürlüğünün 15 Mart 2017’de (yerleşim sakinlerinin artık sıranın ne zaman kendilerine geleceğini görmek için korkuyla baktığı bir KABUS SAYFASINA dönüşen) DUYURU SAYFASINDA açıklanan ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR kararına karşı yöre insanları ve çevreciler AYDIN İDARE MAHKEMESİ’nde dava açmışlar ve KALAMAKİ ÇEVRE PLATFORMU çatısı altında bölgedeki değişik çevreci bileşenlerle birlikte güç birliği yapmışlardır.
DAVA SÜRECİNDE BÜYÜK VE ETKİLİ BİR KAMUOYU OLUŞTURMAK ÜZERE 5 AĞUSTOS 2017’DE CAFERLİ’DE “KALAMAKİ ÇEVRE BULUŞMASI” adlı bir etkinlik yapmaya karar vermişlerdir.
Yöre halkları, yatırımcıların ÇED süreci ile zaman ve para kaybetmeden ve daha kolay ve ucuz aldatmacalarla TAM GAZ YÜRÜMELERİ için devletin ilgili kurumlarının verdiği “ÇED GEREKLİ DEĞİLDİR” kararlarına karşı, peşin parayla yürüyen adli sistem içerisinde zorlukla para toplayıp avukat tutarak YÜRÜTMEYİ DURDURMA KARARLARI aldırmak, proje sahiplerini beğenmediğimiz haliyle mevcut yasalara uymaya, kanunu dolanmamaya zorlamak için İDARE MAHKEMELERİNDE davalar açmaktadırlar.
Kitlesinden çok adı ve sıfatı olan oluşumlardan daha çok söz konusu dizginsiz saldırıdan birebir etkilenen ve etkilenecek olan YEREL HALKIN salt hukuksal girişimle yetinmeden ve zaman kaybetmeden ACİLEN 2911 sayılı yasanın sunduğu imkanları zorlayarak platform, engelleme komitesi, kurul, meclis hatta hiç de olmuyorsa dernekler içerisinde acilen ÖRGÜTLENMESİ, bu örgütlerden hareketle kamuoyu oluşturmaya yönelik her türlü yaratıcı gücün kullanıldığı eylemler yürütmesi gerekmektedir.
Yurt genelinde karşı kaldığımız TOPYEKUN SALDIRI karşısında, söz konusu yerel direnişlerin ve yukarıda sıraladığımız örgütlülüklerin koordinasyonu için bu konuda mevcut kurulu çevre örgütlerinin önderliği altında zaman kaybetmeden ülke genelinde eşgüdümü sağlamak ve TOPYEKÜN DİRENİŞİ örgütlemek üzere ilçe, il, havza, bölge ölçeğinde üst yapılar, platformlar oluşturulmalıdır.