Skip to main content

Esrime gezintisi

  Duvarın üzerinden ayaklarımızı sallayarak okuduklarımız, ölümsüzün kısa yaşam öyküsüne benzer;  tekerin poyra boşluğuna asılmış üç parmak kadar acılı geçici, dolaşımı kısıtlı, eksik ve aksak. Anlamsızın sırasız dizilişinden hareketle geçmişimize yargılar yansıtmaya çabalarız ama hedef bir türlü tutmaz. Oysa gün gibi açıktır olan biten; böyle iki üç sözcük dizgesiyle parmak üstü biçimlendirilemeyecek ölçüde bir o kadar da karmaşıktır.

 
 

Döngünün başındaki aldatıcı mükemmellik ayağa kalkar, ardına bakmaksızın basar gider ve şimdinin kaçınılmaz “yozlaşmasına” yer verir, er ya da geç işin cılkı çıkar.  

Dünyanın su yatağını aramada, sondan bir önceki çöl üzeri seyahatim dur durak bilmiyor. Güney yarımküreye doğru dosdoğru alçalan sıcak yalazı sevgiye kazanç kaydedip, düzlem kaybeden asfaltı iki yana nem olup dağılan sapmasız bir yol uzanıyor. Vatan içinde anavatan, birçok kan emici doğal kaynak gaspçısı yabancının cirit attığı adı konulmamış küçük ülkenin sınırlarına yaklaşıyorum. Gevşek kumun emiciliğine küsen develer düzensiz gövdeleriyle asfalta çekilmiş. Bu sapmasız yolda en büyük tehlikeyi oluşturmanın rahatlığıyla tükürük sakızlar çiğniyorlar. Üstümden, iç çekme mesafesinde, bembeyaz duman izlekler geçiyor. Hız kesiyorum. Bir ayağım toprakta, bir ayağım eşikte.

Başım dönüyor. Diz çökmüşüm. Gözüm görmez olmuş. Yokluyorum. Geçmiş, gelecek, şimdi, el uzatmışlıkta dahi yoklar. Yok olup gidiyorum, daha ötesi yok bunun.

Ruhun bedeni terk edip kozmik bölgelerde, ilk deneyim arayışındaki ergen sürtmesi gibi bir durum bu. Birbirini sıfırlayan bilinç hallerinin arsızca yer değiştirmesi.

Biliyor musun bunu? Hayır. Sağı ve solu bilmediğin gibi bundan da habersizsin.  

Bugüne kadar bulduğumu sandığım her yerde seni aradım. Hem de ne telaşla! Ansızın uzakta olur olmaz bir ufkun arifesinde şekil kazanıyor gibi oluyorsun. Hemen kıblem eksen değiştirip gülüşüne kayıyor. Değerini düşürmemek için gerçek demeye dilim varmıyor ama duyumsanan (öyle diyelim istersen) varlığınla üst üste çakıştığında tahayyülünün tam da üzerine yaklaşıyorum. Görünen bedeninle çakıştırdığım ruh bedenin açıkta kalıyor; bal gibi sırıtıyor.  

Bedenini yakaladığım anda ruhunu, sevgini hissettiğim anda ellerini, vücudunu duyumsadığımda duygunu arıyorum ve gün geçtikçe bu umutsuz döngüde yavaş yavaş öz yaşama dengemi yitiriyorum. Son dönemeçlerini yineleyen dirimim evrensel döngüye direnişinde erken bir teslimiyeti tercih ediyor.

Ateş, yalaz, alev, göğüs kafesime bastıran ayak

Geniz eti üzerinden nefes borusuna kaçan bir mutluluk kırıntısı

Görünümün

Yutkunuyorum,

Öksürüyorum, an için nefessiz kalıyorum

Gözlerimden kum taneciği gibi keskin yaşlar geliyor

Yüzüm üzeri şişen damarlarımdan

Vazgeçmiyorum

Olan biten karşısında utanmadan

Hala pir-u pak masmavi duran kayıtsız gökyüzünden

Tiksiniyorum     

Birbirini tokatlayan iğrençlikler girdabında dev düşlerin iz düşümlerinde eblek tavırlarla dolanmaya devam ediyorum. Delilik denizlerim akıyor anlık içeri. Olmayacak duaya emin tavırlara yatkınlığım. Beni alan, beni içten içe yıkan bir aşkınlıkta, beni aşan, benden çok daha büyük, mutedil dalgasız kararsız bir beden sesinin ardındayım: İpek yolunu ararken kendi krallığından uzaklaşmamaya yemin etmiş küçücük bir prenses var karşımda. Attığı her adımda düzenle tekmil veren ve tekmil alan nefes: Buradayım! Yok’um! 

Havada dalgalanan izleğimizle kesişen çakal izleri

Adıma cesaret katan yerli davulları

Altın sarısı giysiler kuşanmış şeker alaylarıyla

Daha uzun süre düşlerimde dolaşmaya çıkacak

Oksim billah tüm kayıtları anında silen

Ölüye can suyu gözlerin

Tam uçup gittiğini sandığım anda birden geri geliyorsun. Dövüş yorgunu, tembih sapkını, engel bıkkını…

Yanıltıcı tezahüründe ısrarcı değilim. Son dakikada camı kırmak için kullanılacak bir ömür uzatma tekniği olarak kalmayacaksın. Kaçınılmaz bir son çare. Varoluş köprüsünün bitiminden önceki son çıkış.

Olmayacak duaya kılınan, muayyen günlerin, bir türlü bitmek bilmeyecek günahların, arsızlıkların, ahlaksızlıkların kaza oruçları, namazlarına sıkışan ara anlarla nereye kadar gideceği şüpheli olan duyguların izleri.

Sonra umulmadık bir anda, küçük, sıcacık kutudan süzülen içsel solumanın mikrofona üfüren gücü. Ana karnındaki sabırsız bebek gibi. Bir an için gerçekliği erteliyorum.

Şu an emin olup inandıklarıma, kesinlikle inanmak istemiyorum. O sessiz yalnızlığa geri dönüş yeminleri ederken, iki ayağımın altını işgal eden düzleme şükredip, kalmaya sebep arar gibi yanıltıcı sözcükler sürtüyorum ansızın kopan cümlelerin orta yerlerine.  

Varoluş yanılsamamızda her şey gelip geçici, her şey bal gibi acı. Arzunun en sivri noktasında bile aklı tırmalayan eksik idrakin tınısında duyumsanan keskin bir evrensel acı.

Bileşiklerin doğasında emin olmayan adımlarla yaptığımız bu tükenen döngüsel gezintide her şey gidici. Örtünün altındaki karanlık, süpürgelik kesikleri, yanlış yansıyan görüntü.

Kendinden başka her şeyle ilişkisiz.

Çok geç olmadan mukaddes ağzınla yalnızca benim için göründüğünü söyle;   

De ki, “benden önce seni sadece senin için yarattım.”

Kul!