Skip to main content

Size Papa diyebilir miyim?

supernatural ile ilgili görsel sonucu Dün gece telefon üç kere çaldı. Ters bir hareketle sanki bedenime sokuluverecek gibi duran bu incecik aygıtta, önceki ezan sesinin yerini alan Itri’nin ezgisini mırıldanan kimliği belirsiz ağızların birbirine karışan sesleri ilk algılamada “zil sesi sayısı”nı belirleyebilmeyi olanaksız kılsa da, ben ancak bir ve ikiyi ayırt edebildim. Sonradan gelen tamamlanamayan notalar da olsa olsa üçüncüydü, ama ben zaten duymadım.

 

Arayan, belki de bu kadar kısa süre çaldırıp sonra da kapattığı için “çağrı gönderen” sınıfına giren oydu. Hap kadar ülkenin bütçesi ne ola ki, belli ki ara sıra kontör yükleyerek hattı açık tutuyor mübarek. Ne de olsa sübyanlara olan ilgisinden sonra, ilahi çağrı konusunda yeryüzündeki en yetkili kişiler arasındadır arayan zat.

Tepeden aşağıya bakıp küçümsediğim çömez fırıldak Macron’un benim için edepsizce söylediği gibi belki de işimizin en sıkıcı yanlarından biriydi, bu son yıllarda moda haline dönüşen telefon diplomasisi muhabbeti. Önce danışmanlar danışmanları arar, sonra da o “muhteşem” saat belirlenir, sonra Mekke değil gavurların kıblesi Grinviç saatiyle beklenen anda salise farkıyla telefon çalar, ardından ses yükseltgeci açılır ve odaya apar topar daltaşak, göz kenarı çapaklı getirilen bilumum yüksek maaşlı çok bilen zevatla birlikte “toplu” görüşme yapılır.

Karşı tarafın uzaydan gelen kaynağı belirsiz bir sinyal cızırtısı gibi anlaşılmaz kısa cümlesi sonrasında herkes birbirine müstehzi bakışlar fırlatır, aradan geçen uzun beklemeden sonra aklı en çok çalışan gibi duran ama sadece arlarındaki en cesuru olan danışmanın not defterine karaladığı tek tük sözcükler üzerinden özlü cümleler kurmaya çalışılır, top elde fazla dolaştırılmadan hemen karşı tarafa fırlatılır. Karşı vuruş gelene kadar tercüman yaptığı hatayı, eski solcu olan kasıntı olan da dahil danışmanlar yorumların eksikliğini, ben ise yeni çılgınlıklar düşünmeye devam ederim. Bir de şu kırmızı yanaklı margarin rengi sarı saçlı manyakla konuşmak için saat farkı olmasa ne iyi olurdu. İlla ki onun saatlerine uyulacak, adam koskoca dünyayı, uyaroğlu aptallar ordusunu yönetiyor, kolay değil. Tabi her hafta aynı muhtarları dize yani bir araya getiren benden sonra.

Konuşma sırasında uzun ve sessiz boşluklar arasında yinelenen sözcükler basmakalıp ve kaçınılmaz olara önceden izlenen siyasetin içerisinde hapsoldukları için, yeni ve değişik hiçbir öğe taşımayan bu “muhabbet” in içeriği değil sadece gerçekleşmiş olması yanıyla bir haber olarak yuvasında ağzı açık bekleyen yavru kuşlar gibi bilgiye aç kamuoyuna arz edilir. Akraba evliliğinden olma kalabalıklar “Vay be adama bak, kuzeniyle konuşur gibi çat pat dünya liderleriyle konuşuyor, onun fikrini almadan hiç kimse adım dahi atmıyor” diye derin ve anlamsız düşüncelere dalarlar. Oysa kuzeyden güneye, batıdan doğuya, bilumum dünya liderleri fırsatını bulsalar bir kaşık suda boğacaklardır bu adamı.   

O da ne? Bu rüzgar da nereden esiyor, birisi pencereyi açık mı bıraktı? Yeşil alanın ortasına üç yüz bin metrekarelik bir şey yaparsan böyle olur tabi. Bir yerlerde açık bırakılan bir pencere var herhalde. Yoksa bu büyüklüğün içerisindeki aşırı yüksek tavanlı mekanlarında içeride oluşan yoğunluğu yüksek gazdan ayrı bir ekosistem, alçak ve yüksek basınçlar, rüzgar ve bulutlar mı oluşuyor? Yüce rabbim… Geçenlerde uzun koridorlarda kaybolan eblek oğlumu bulmamız tam üç gün sürmüştü. Hizmetliler, korumalar, özel harekat filan değil, ayakkabılarını koklattığımız AFAD ekiplerinin köpekleri devreye girdi de öyle bulduk deyyusu. Bu çocuk kime çekti acaba?

Rabb'inin, fil sahiplerine (fillerle donatılmış Ebrehe ordusuna) neler ettiğini görmedin mi?

Çatıyı bir kez daha gözden geçirir misiniz?

“Ey Haçlı dünyası…” diye başlayan yüksek perdeden bir cümle kurmaya girişirken, başdanışmanın kalem kaşları dik üçgen halini alıverince -zaten odun gibi olan suratı daha da uzayıveriyor- biraz sakinleşmem gerektiğini anlıyorum. Şimdi bu söylemin zamanı değil galiba. Harıl harıl kalemler kağıtlara bir şeyler karalayıveriyor. Biraz daha böyle devam ederse o da görecek başına neler geleceğini, neyse ki nerede diz çöküp önümde secde edeceğini iyi biliyor da durumu hep son dakikada kurtarıyor. Gerçi adamın görevi bu ama kendini benim yerime nasıl koyar, şirk koyar bu adam.

Eyyyyy aşçıbaşı… Kokoreç’im hala hazır değil mi?

Tamam beyaz çay, altın çilek, Ayder balını filan anladık da bu her Allahın günü kömürde bağırsak merakı güzelim mekanı kokuya boğmuyor değil, ama ne yaparsın dayanamıyorum.

Olsa olsa götürebileceğin sadece birkaç metre kumaş, birkaç milyar dolar, bu neyin telaşı?

Neymiş, bağırsaklarda kalan atık dışkıların kömür isli tütsüsü altın işlemeli perdelere işliyormuş.

Efendim faizlerin düşmesi gerektiğine ilişkin aylık cümlenizi bu haftaki grup konuşmanıza ekliyor, Merkez Bankası Başkanına da korkmaması için telefon ediyorum, arz ederim”.

Bu da zamanında modaya uyup etrafına hava atmak için “eski solcu” olanlardan. Dünyayı ben yarattım ifadeli bakışlarından belli zaten. Kıl oluyorum. Ama kafası çalışıyor en azından.

Anamızı ağlattı bu adamlar, şimdi sıra bizde. Hele 80 öncesi sokağa bir türlü rahat çıkamıyorduk onların yüzünden. Mecburen üzerimize sol örgütlerin hakim olduğu üniversitelerin kimliğini ve demokrat gazetesini alıyor, olası bir çevirmede vereceğimiz yanıtların inandırıcı olması için bize ezberlettirenleri aklımızdan geçirirken, o malum hassas noktalardan geçmemeye özen gösteriyorduk. Ama her şeye rağmen her hafta aramızdan biri kendini titrek sesiyle ele veriyor, her birimiz feci sopa yiyorduk. Allahsızların hepsinin üzerinde silah vardı. Her kesimden insana ulaşarak hücre hücre örgütlenmiş, halkla bütünleşmişlerdi, en küçük bir sorun karşısında halkın içerisinde eriyip yok oluyorlardı.

“Sezaryenle de ilgili bir iki cümle ekleyelim mi?”

Gerçi daha sonra biz onların sahada kullandıkları, tabana yönelik bütün yöntemlerini aynen kullanarak başarıya ulaştık. Mahalle mahalle büyük kentleri nakış nakış işledik, herkese tek tek ulaştık. Şimdi de onları kendi terminolojileriyle vuruyorum. Baskıymış, zulümmüş, Faşistmiş, diktatörmüş, ben bunları sık sık kullandıkça bir gün öyle bir hale gelecekler ki tıkanacaklar, bunları ağızlarına dahi alamayacaklar…  

Daha işin başındayız. Hepsinin anasını ağlatacağım. Hala direnip, bize teslim olmayanları zararlı haşaratlar gibi zehirleyecek, alayına tek tip tulumlar giydireceğim, ayaklarımın altında ezmesi daha kolay olsun. İnsan haklarıymış, göreceksiniz neye hakkınız olduğunu.

Önümün açılması için göreve getirilen titrek adamı da ezeceğim. Artık ona da ihtiyacım kalmadı.   

“Peki Satürn hakkında birkaç söz söylesek?”

Olabilir. Bir araştıralım efendim diyorlar.  

Bir kere de hayır demeyi bilseniz be kardeşim. Korkuyorsunuz değil mi? Yemiyor.

Bu gece Supernatural’ın ikinci sezonuna geçiyorum. Ertuğrulmuş, Vahdettinmiş, Kut-ül Amare’ymiş dayanamıyorum artık.         

Bir gece ansızın gelebilirim.

Hayır bu olmaz.

Bugün güneş niye Doğu’dan doğdu?

Yoksa üst akıl mı, algı yönetimi mi?

Bir olmaz iki, iki olmaz üç derken madem ki milleti vazgeçiremiyoruz bu işten Sezaryen’in adını değiştirsek. Sezar’ın ne işi var burada?      

Bu da ne?

“Moskova için namaz saati”.

80 milyon için uyku zamanı.