Skip to main content

kırmızı çizgi terörü

 Barack Obama, 2011 yılında Amerikan Kongresinin onayını almadan Libya’da bir müttefik askeri harekatı gerçekleştirdi. Geçen Ağustos ayında, Şam’ın banliyösündeki Guta’da gerçekleştirilen Sarin gazı saldırısından sonra, bu kez 2012’de kimyasal silahların kullanımına ilişkin çizdiği “kırmızı çizgi”yi aştığı için Suriye hükümetini cezalandırmak üzere yeni bir müttefik hava müdahalesine hazırlandı. 

 
 
 

Ardından, müdahalenin öngörüldüğü güne kırk sekiz saat kala, saldırı için kongreden onay alacağını açıkladı. Kongre görüşmeler için hazırlık yaparken önce müdahale ertelendi. Ardından Rusya’nın arabuluculuğuyla Esad’ın kimyasal silahlarını teslim etme önerisi Obama tarafından kabul edilince bundan tümüyle vazgeçildi.

Peki Libya’ya hemen müdahale etmekten çekinmeyen Obama, Suriye’de neden başlangıçta ayak sürtüp ardından bundan tamamen vazgeçmek zorunda kaldı? Sorunun yanıtı kırmızı çizgiyi uygulamaya kararlı görünen idarecilerle, savaşa girmenin hem potansiyel olarak felaket anlamına geleceğini hem de haksız olacağını düşünen ordu komutanları arasındaki karşıtlıkta gizleniyor.

Obama’nın karar değişikliğine yol açan gerekçe Wiltshire’de bulunan Savunma Bakanlığına ait laboratuarda gizleniyor. İngiliz istihbarat servisleri 21 Ağustos’taki saldırıda kullanılan Sarin gazından numune ele geçirmeyi başarmış ve gerçekleştirilen analizler sonucunda söz konusu gazın Suriye Ordusu envanterinde olduğu bilinen kimyasal silah türleriyle örtüşmediği anlaşıldı. Suriye’ye karşı yapılacak suçlamaların asılsız olacağına ilişkin mesaj acilen ABD Genelkurmayına iletildi. İngiliz raporu Pentagon nezdinde zaten var olan şüpheleri güçlendirdi; genelkurmay komutanları, Suriye’nin altyapısına yönelik füze ya da hava bombardımanını içeren geniş çaplı saldırı planlarının Ortadoğu’da daha geniş kapsamlı bir savaşa yol açabileceği konusunda Obama’yı uyarmaya hazırlanıyorlardı. Bunun sonucunda, ABD subayları Başkana bir son dakika uyarısında bulundular ve bu da onlara göre saldırının nihai olarak iptal edilmesine yol açtı.

Aylar boyunca, askeri yöneticiler ve istihbarat uzmanları, başta Türkiye olmak üzere Suriye’nin komşularının savaşta oynadıkları rol konusunda yoğun kaygı duyuyorlardı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’nın cihatçı bir fraksiyon olan El Nusra’ya ve diğer İslamcı isyancılara verdiği destek ortadaydı.

Dosyalara kolaylıkla ulaşma yetkisi olan Amerikan istihbaratından bir üst düzey yetkili bana  « Türk Hükümeti içerisinde Suriye toprakları içerisinde gerçekleştirilecek bir Sarin gazı saldırısının sorumluluğunu üzerine atarak Esad’ı tasmasından yakalayacaklarını ve bu yolla Obama’yı müdahaleye zorlayacaklarını inananların » bulunduğunu söyledi.       

Genelkurmay komutanları aynı zamanda Obama yönetiminin kamuoyu nezdinde yönelttiği sadece Suriye Ordusunun Sarin gazına sahip olduğu yönündeki suçlamaların da yanlış olduğunu farkındaydılar. Amerikalı ve İngiliz istihbarat servisleri 2013 ilkbaharından beri Suriye’deki bazı isyancı birimlerinin kimyasal silah geliştirme deneyleri yaptıklarını gayet iyi biliyorlardı.

20 Haziran’da Defense Intelligence Agency (DIA / ABD Ordusunun istihbarat servisi) analistleri çok gizli olarak tasnif edilmiş beş sayfalık bir rapor yayınladılar. Raporda bir istihbarat toplantısındaki “tartışma konuları” anılmakta ve burada DIA’nin Müdür Yardımcısı David Shedd’in El Nusra’nın bir Sarin gazı üretim birimi kurduğunu belirttiği bilgileri yer alıyordu. Rapora göre örgütün programında « El Kaide’nin 11 Eylül’den önceki faaliyetleri de dahil olmak üzere gerçekleştirebileceği en büyük Sarin gazı komplosunu » düzenlemek vardı. (DIA’nin bir danışmanın göre, Amerikan istihbaratı uzun zamandan beri El Kaide’nin kimyasal silah geliştirdiğini biliyordu ve teşkilatın elinde köpekler üzerinde gerçekleştirilen gaz deneylerine ilişkin bir video görüntüsü dahi vardı).

DIA’nin belgesine göre « Bugüne kadar, istihbarat servislerinin dikkati hemen hemen tümüyle Suriye’nin elindeki kimyasal silahlar üzerinde yoğunlaşmıştı; şimdi artık El Nusra’nın kendi silahlarını üretmeyi denediğini biliyoruz… El Nusra’nın göreceli olarak Suriye’de geniş harekat olanaklarına sahip olması, gelecekte bu grubun silahları kullanma yönündeki iradesinin kolay önlenemeyeceğini göstermektedir.  » Belgede birçok farklı yapıdan elde edilen tasnif edilmiş birçok istihbarattan söz ediliyor: « Türk ve Suudi aracılar, muhtemelen Suriye’de büyük ölçekli bir üretimi gerçekleştirmek amacıyla onlarca kilogram dökme Sarin gazı bileşenini elde etmeye çalışmış. » (DIA’nin belgesi üzerine kendisine soru yöneltilen Ulusal İstihbarat Şefinin sözcülerinden biri, “istihbarat servisleri analistleri tarafından üretilmiş herhangi bir rapor olmadığını ve kendilerinden böyle bir çalışma yapmaları talep edilmediğini” açıklamıştır.)

Yerel polis yetkililerinin basına yaptığı açıklamaya göre geçen Mayıs ayında, ondan fazla El Nusra üyesi Türkiye’nin güneyinde iki kilo sarin gazı maddesiyle yakalandı. Söz konusu kişiler 130 sayfalık bir iddianameyle, ateşleyiciler, karışım tüpleri ve sarin gazı yapımında kullanılan kimyasal bileşenler satın almaya çalışmakla suçlandı. Yakalananlar arasından beşi kısa süre tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldı. Aralarında savcının 25 yıl hapis talebinde bulunduğu liderleri Haytham Qassab’ın da bulunduğu diğer şüpheliler ilk duruşmadan önce tahliye edildiler. Bu arada Türk basınında Erdoğan yönetiminin isyancılarla olan suç ortaklığının kapsamını gizlemeye çalıştığı iddiası geniş yer buldu. Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Aydın Sezgin geçen yaz düzenlediği basın toplantısında gerçekleştirilen tutuklamaları küçümsedi ve gazetecilere ele geçirilen “sarin” maddesinin gerçekte  “antifriz” olduğunu dahi iddia etti.

DIA’nin belgesi, söz konusu tutuklamaların El Nusra’nın kimyasal silahlara ulaşma kapasitesini geliştirdiğini kanıtlıyordu. Belgede yer alan bilgilerde, Qassab’ın kendini bir El Nusra üyesi olarak “tanımladığını” ve “cephenin askeri üretimden sorumlu emiri” Abdelgani’yle doğrudan bağlantılı olduğunun altı çiziliyor. Qassab ve ortağı Halit Usta, “sarin gazı bileşenleri için teklifler” sunan Zirve Export adlı bir Türk şirketinde çalışan Halit Ünalkaya ile ortak çalışıyorlardı. Abdelgani’nin planına göre iki ortağın “sarin gazı üretimini geliştirdikten sonra Suriye’ye geçip, burada bilinmeyen bir yerde kurulacak bir laboratuarda büyük ölçekte üretime geçmek üzere başka militanları eğitmeleri” planlanıyordu. DIA’nin belgesinde, istihbarat örgütünün ajanlarından birinin söz konusu bileşenlerden birini, “2004’ten beri yedi kez kimyasal silah üretimi girişiminde bulunan, Bağdat’taki kimyasal ürün pazarından” satın aldığı bilgisinden söz ediliyor.

Mart ve Nisan 2013’te gerçekleştirilen bir dizi kimyasal silah saldırısı sonraki aylarda, Suriye’deki Birleşmiş Milletlere bağlı bir özel misyon tarafından ayrıntılı olarak incelendi. BM’nin Suriye’deki etkinlikleri konusunda derinlikli bilgiyle sahip olan bir kişi bana, Halep yakınlarındaki Han Al-Assal’da 19 Mart’ta gerçekleştirilen ilk gaz saldırısıyla Suriye muhalefetinin bağlantısını ortaya koyan belirgin kanıtların olduğunu söylemişti. Bu misyon, Aralık ayında yayınladığı nihai raporunda saldırıda en az 19 sivil ve bir Suriye askerinin öldüğünü ve onlarca kişinin ise yaralandığını yazıyordu. Misyonun saldırının sorumlularını belirlemek gibi bir görevi yoktu ancak BM faaliyetlerinden bilgi sahibi olan kişi bana “araştırmayı gerçekleştirenlerin, aralarında kurbanları tedavi eden doktorların da bulunduğu bölge sakinlerine sorular sorduğunu ve isyancıların gaz kullandıklarının açık bir şekilde ortaya çıktığını, kimse bunları duymayı arzulamadığı için bilgilerin kamuoyuna açıklanmadığını” anlattı.

Saldırıları izleyen aylarda, DIA’nin bir üst düzey yetkilisi bana, kurum içerisinde, SYRUP adı altında, kimyasal silahlar da dahil olmak üzere Suriye anlaşmazlığına ilişkin tüm bilgilerin yer aldığı gizli bir raporun yayınlandığını söyledi. Ancak ilkbaharda, Beyaz Saray Özel Kalem Müdürü Denis McDonough’un talimatlarıyla raporun kimyasal silahlarla ilgili bölümü ciddi bir şekilde kırpılarak kısaltıldı. Savunma Bakanlığı eski memuruna göre “raporda McDonough’u sinirlendiren bir şeyler vardı”. “Belli bir zamanda devasa kanıtlar vardı ve ardından Mart ve Nisan aylarındaki sarin gazı saldırılarından sonra” parmaklarını şaklattı ve “puf diye her şeyden birden bire yok oldu”. Genelkurmay komutanları acilen kimyasal silahların imhası ana hedefiyle Suriye’ye olası bir müdahalenin ayrıntılı planlaması emrini verdikleri sırada raporun dağıtımına ilişkin kısıtlama kararı alındı.

Eski istihbarat sorumlusu, Başkanın açıkladığı kırmızı çizgilerin ABD ulusal güvenlik çevrelerinde birçok kişiyi uzun zamandır kaygılandırdığını söyledi. « Genelkurmay komutanları Beyaz Saray’a “Kırmızı çizgi ne anlama geliyor? Bunun askeri terimlerdeki karşılığı nedir? Kara birlikleri mi? Yoğun saldırı mı? Sınırlı saldırı mı?” şeklinde sorular yönelttiler. Askeri istihbarata tehdidin nasıl belirlenebileceğine ilişkin inceleme yapması talimatı verdiler. Başkanın niyetleri üzerine daha fazla bilgi edinemediler ».

Obama, 21 Ağustos saldırısının ertesinde Pentagon’a bombalanacak hedeflerin listesini hazırlanması emrini verdi. İstihbarat eski sorumlusuna göre başlangıçta,           « Beyaz Saray, genelkurmaydaki komutanlar tarafından belirlenen 35 hedef listesini, Esad rejimi için yeterince “acı verici” olmadığı gerekçesiyle geri çevirdi ». Başlıca hedefler askeri tesislerdi ve hiçbir sivil altyapıyı içermiyordu. Beyaz Sarayın baskısıyla, ABD saldırı planı “topyekun, devasa bir saldırıya” dönüştürüldü: iki B-52 bombardıman uçağı filosu Suriye’ye yakın hava üslerine aktarıldı ve Tomahawk füzeleriyle donatılmış savaş gemileri ve denizaltılar bölgeye kaydırıldı. Eski istihbaratçıya göre « her geçen gün, hedef listesi genişliyordu. Pentagon’un planlamacıları Suriye’deki füze üslerini vurmak için sadece Tomahawk’ların yeterli olmayacağını, Suriye’deki füze üslerinin toprağın çok altında olduğundan hareketle B-52’lerin bir tonluk (2000 librelik) bombalarla donatılması gerektiğinin altını çiziyorlardı. Ayrıca, düşürülen uçak pilotlarını kurtarmak üzere kurtarma ekiplerine ve özel hedefler için ise insansız hava araçlarına ihtiyacımız olacaktı. İşin kapsamı gittikçe büyüyordu. » Yeni hedef listesi « Esad’ın askeri yeteneğini tamamen ortadan kaldırmak üzere » oluşturuldu. Başlıca hedefler arasında yüksek gerilim elektrik şebekeleri, petrol ve gaz depoları, tüm lojistik ve silah depoları, bilinen tüm garnizonlar ve kontrol noktalarıyla tüm askeri ve istihbarat binaları bulunmaktaydı.

Müdahale planında Fransa ve İngiltere’ye de görev düşüyordu. 29 Ağustos’ta, İngiliz Parlamentosu Cameron’un müdahaleye katılma önerisini reddettiğinde, The Guardian gazetesi Cameron’un Parlamentodan henüz onay almadan altı Typhoon savaş uçağını Kıbrıs’a sevk ettiğini ve Tomahawk füzesi taşıyabilen bir denizaltısını da saldırıda kullanmak üzere müttefikine teklif ettiğini yazdı. 2011’de Libya’ya yapılan müdahalenin baş aktörü olan Fransız Hava Kuvvetleri, Le Nouvel Observateur’de yayınlanan bir makaleye göre çoktan göreve hazırdı; François Hollande birçok Rafale tipi bombardıman-avcı uçağına Amerikan müdahalesine katılma talimatı vermişti. Bunların görevi Suriye’nin batısında yer alan hedefleri vurmak olacaktı.

Ağustos ayı sonunda, Başkan genelkurmay komutanlarına müdahalenin başlangıcı için bir limit tarih vermişti. « Esad’ı etkisiz kılmak için gerçekleştirilecek topyekun müdahale için H saati en geç Pazartesi sabahı (yani 2 Eylül) gerçekleşecekti » diyor eski istihbarat yetkilisi. Dolayısıyla 31 Ağustos tarihinde Beyaz Saray’ın Rose Garden’inde Obama müdahalenin ertelendiğini ve bunun için Kongreden onay alacağını belirttiğinde, bu herkes için büyük sürpriz oldu.

Tam da bu aşamada, Obama’nın sadece Suriye Ordusu’nun sarin gazına sahip olduğuna ilişkin hipotezi çürütülmüş oluyordu. Eski istihbarat yetkilisine göre, 21 Ağustos’taki saldırıdan birkaç gün sonra, Rus askeri istihbarat ajanları Guta’daki saldırıda kullanılan kimyasal malzemeden numuneler ele geçirmişlerdi. Bunları analiz ettiler ve elde ettikleri sonuçları İngiliz istihbarat servisi elemanlarına da aktardılar; bunlar Porton Down’a gönderilen malzemelerdi. (Porton Down’dan bir basın sözcüsü, İngiltere’de incelenen numunelerin birçoğunda nörotoksik bir etken madde olan sarin gazı tespit edildiğini açıkladı. MI6 istihbarat konusunda yorum yapma geleneklerinin olmadığını belirtti.)

Eski istihbarat yetkilisi İngiltere’ye numuneyi teslim eden Rus’un « güvenilir bir kaynak, yetkili, bilgili ve temiz bir geçmişe sahip biri olduğunu » açıkladı. Suriye’de geçen yıl ilk kez kimyasal silah kullanımının tespit edilmesinden sonra Amerika ve müttefiklerin istihbarat örgütleri « bir maddenin kullanılıp kullanılmadığını, kullanıldıysa da bu kez de kaynağını araştırmak üzere çok çaba harcadılar ». « Kimyasal silahlara ilişkin anlaşma kapsamında elde edilen verilerden yararlanıyoruz. DIA’nın çalışma yöntemi üretilen her Sovyet kimyasal silah üretim serisinin bileşenini belirlemek üzerine kurulu. Ancak Suriye Ordusu envanterinde hangi üretim serisine ait silahların olduğunu bilmiyoruz. Şam’daki olayı izleyen günlerde, Suriye Hükümeti içerisinde olan bir kaynağımıza Hükümetin elindeki silahların üretim serilerine ait bir listeyi bize vermesini istedik. Bu nedenle bu kadar hızlı bir şekilde sonuca ulaşmayı başarabildik. »

Eski istihbarat yetkilisine göre aynı prosedür ilkbaharda bu kadar iyi işletilemedi, çünkü batılı istihbarat servislerince gerçekleştirilen incelemeler kullanılan gazın türü hakkında yeterli bilgi sağlayamamıştı. « Sarin » adı henüz telaffuz edilmemişti. Bu konuda çok tartışma vardı, ancak kimse gazın türü hakkında kesin bir şey söyleyemediği için, Esad’ın Başkan’ın kırmızı çizgisini aşıp aşmadığını söylemek mümkün olamıyordu. Yine aynı eski istihbarat yetkilisine göre 21 Ağustos’ta, « Suriye muhalefeti bu kez dersini iyi ezberlemiş, daha herhangi bir analiz gerçekleştirilmeden Suriye Ordusunun “sarin gazı” kullandığını açıklamıştı. Beyaz Saray fırsatı kaçırmadı ve açıklamaya balıklama atladı. Söz konusu olan sarin gazı olduğuna göre “bunu yapan mutlaka Esad”tı. »

Porton Down sonuçlarını ABD genelkurmay komutanlarına ileten İngiliz Savunma Bakanlığı personelleri Amerikalılara « bizi kandırmak üzereler » diye mesaj gönderdiler (bu da bir üst düzey CIA yetkilisi tarafından Ağustos sonunda gönderilen “bu iş Esad rejiminin işi değil, İngiltere ve ABD bunun farkında” mesajına ayrı bir anlam kazandırıyor). Saldırının gerçekleştirilmesine çok az zaman kalmıştı ve ABD, İngiliz ve Fransız uçakları, gemileri ve denizaltıları göreve hazır bekliyorlardı.

Müdahalenin planlamasından ve uygulanmasından Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey sorumluydu. Eski istihbarat yetkilisine göre, genelkurmaydaki komutanlar krizin başlangıcından beri Esad’ın sorumluluğuna ilişkin yönetimin öne sürdüğü gerekçelere hep şüpheyle yaklaşıyorlardı. DIA ve diğer teşkilatlara daha ikna edici veriler elde etmek için baskı yaptılar. « Suriye’nin bu aşamada gaz kullanmasının olanaksız olduğunu düşünüyorlardı, çünkü Esad o sıralarda savaşı kazanmak üzereydi » diyor eski istihbarat yetkilisi. Dempsey, ABD’nin Suriye’ye yapılacak olası bir askeri müdahaleye destek vermesinin yaratacağı tehlikeler konusunda defalarca Kongreyi uyararak Obama yönetimi cephesinde birçok kişiyi rahatsız etmişti. Geçen Nisan ayında, Temsilciler Meclisi Dışişleri Komisyonu önünde Dışişleri Bakanı John Kerry’nin isyancıların ilerleyişini iyimserlikle değerlendirmesinden sonra Dempsey, Senato’daki Silahlı Kuvvetler Komisyonuna « bu anlaşmazlığın bir çıkmaza girmesinin muhtemel » olduğunu açıkladı.

Eski istihbarat sorumlusu, 21 Ağustos’tan sonra Dempsey’in temel bakış açısının, Esad Hükümetinin sarin gazı saldırısının sorumlusu olduğu varsayımından hareketle ABD’nin Suriye’ye yapacağı müdahalenin askeri bir hata olacağı yönünde olduğunu söylüyor. Porton Down raporu genelkurmay komutanlarını Başkan’a daha da ileri gitmeye yöneltti: Beyaz Saray’ın gerçekleştirmek istediği saldırı haksız bir saldırı eylemi olacaktır. Obama’nın ani karar değişimine iten genelkurmay komutanlarının görüşü oldu. Beyaz Saray’daki ani değişikliğe yönelik resmi açıklama, medyalarda yer aldığı şekliyle, Rose Garden’de Özel Kalem Müdürü Denis McDonough ile yürüyüş yaptıkları sırada şekillendi. Başkan aniden, yıllardır çeliştiği ve derin fikir ayrılığı içerisinde olduğu Kongreden müdahale için onay alma kararı aldı. Savunma Bakanlığı eski yetkilisi bana Beyaz Saray’ın konu hakkında Pentagon’un sivil yöneticilerine farklı bir açıklama sunduğunu anlattı: Müdahale iptal edilmişti çünkü saldırıyla birlikte « Ortadoğu, toz duman olacaktı ».

Eski istihbarat sorumlusuna göre, Başkan’ın Kongreden onay alma kararı, Beyaz Saray’a yakın çevrelerce, George Bush’un Irak’ın işgalinden önce 2002 yılının sonbaharında izlediği temel taktiğin tekrarı gibi algılandı. « Irak’ın elinde Kitlesel İmha Silahları olmadığı ortaya çıkınca, Irak savaşına onay veren Kongre ve Beyaz Saray sorumluluğu paylaşma ve birçok kez yanıltıcı istihbaratlar kullanma yoluna gittiler. Eğer bugünkü Kongre müdahale yönünde oy verecekse, Beyaz Saray’ın her iki alanda da kazanması mümkün olacaktı. Hem topyekun bir saldırıyla Suriye’ye büyük bir darbe indirilecek, hem de Başkan’ın kırmızı çizgi uyarısı onaylanacaktı; Suriye Ordusunun saldırıdan sorumlu olmadığı da ortaya çıkarsa bu yolla yapılan hatanın sorumluluğu Kongreyle paylaşılmış olacaktı. » Ani karar değişikliği Kongredeki demokrat yöneticiler için dahi bir sürpriz oldu. Eylül ayında, Wall Street Journal’da yer alan bir habere göre, Rose Garden’de yaptığı konuşmadan üç gün önce Obama, Temsilciler Meclisindeki Demokratların lideri Nancy Pelosi’ye « farklı seçenekleri görüşmek üzere » telefon etmişti. Gazeteye göre, daha sonra arkadaşlarına Başkan’dan müdahale için Kongreden onay almasını istemediğini söyleyecekti.

Kongrenin onayını almak üzere Obama’nın gerçekleştirdiği manevra kısa sürede çıkmaza girdi: Eski istihbarat sorumlusuna göre « Kongre bu işe izin vermeyecekti ». « Kongre, Irak’ta savaşa verdikleri onayın aksine, bu konuda ayrıntılı ve uzun toplantılar yapılacağını belirtti. Bu sırada, Beyaz Saray yoğun bir umutsuzluk duygusuna kapıldı ». « Ve birden bir B planı ortaya çıktı. Esad kimyasal silahlarla ilgili anlaşmayı tek taraflı olarak imzalamayı ve Birleşmiş Milletler gözetiminde elindeki tüm kimyasal silahları yok etmeyi kabul ederse saldırı iptal edilecekti. » 9 Eylül’de Londra’da yaptığı bir basın toplantısında Kerry hala olası bir müdahaleden söz ediyordu: « Hiçbir adım atmamanın getireceği risk, müdahalenin yaratacağı riskten daha büyüktür ». Ancak bir gazeteci ona bombardımanları durdurmak için Esad’ın yapabileceği bir şey olup olmadığını sorduğunda Kerry « Tabii ki. Önümüzdeki hafta elindeki tüm kimyasal silahları uluslararası kamuoyuna teslim edebilir… Ancak bunu yapmaya niyeti yok ve tabii ki bunu yapamaz » dedi.

Ertesi gün New York Times’ın da yazdığı gibi, kısa bir süre sonra ortaya çıkan Ruslarla varılan anlaşma, daha önce 2012 yazında Putin ve Obama tarafından ana hatlarıyla incelenmişti. Müdahale planları masadan kaldırılmış olsa da, yönetim savaşa girme gerekçesi hakkındaki resmi söylemini değiştirmemişti. Eski istihbarat yetkilisine göre, Beyaz Saray’daki üst düzey memurlarını kastederek « bu konuda, herhangi bir hataya sıfır tolerans söz konusuydu » dedi. « “Hata yaptık” demelerine olanak yoktu. » (Halbuki DNI sözcüsü, “21 Ağustos’taki kimyasal silah saldırısının sorumlusu ancak ve ancak Esad rejimi olabilir” demişti).

Suriye’deki isyancı muhalefete destek konusunda ABD’nin Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar ile gerçekleştirdiği işbirliğinin kapsamı hala henüz tam anlamıyla ortaya çıkmış değil. Obama yönetimi, CIA’nin Rat Line (cephe gerisine yönelik sızma ve kaçış hattı) adını verdiği Suriye’ye yönelik yasadışı bir yolun oluşturulması konusundaki sorumluluğunu kamuoyu önünde hiçbir zaman üstlenmedi. 2012 başından beri oluşumuna izin verilen « Rat Hattı », Libya’dan gelen silah ve cephanelerin Türkiye’nin güneyinden Suriye sınırını aşarak muhalefete aktarılması için kullanıldı. Bu silahlar nihai olarak Suriye’de bir bölümü El Kaide ile bağlantılı cihatçılara ulaştırıldı (DNI’nin sözcüsü, « ABD’nin Libya’dan gelen silahları herhangi bir gruba teslim ettiği düşüncesi tamamen yanlıştır. » dedi.)

Ocak ayında, ABD Senato istihbarat komisyonu, Eylül 2012’de Libya Bingazi yakınlarında bulunan Amerikan Konsolosluğu ve CIA’nin gizli bir üssüne karşı yerel milislerce gerçekleştirilen ve ABD Büyükelçisi Christopher Stevens ve diğer üç kişinin ölümüyle sonuçlanan saldırıyla ilgili bir rapor yayınladı. Raporda,  Konsoloslukta yeterli güvenlik alınmadığı ve CIA’nin bölgede bir ön cephe istasyonu bulunduğuna ilişkin Amerikan Ordusuna bilgi vermediği için istihbarat servislerine ve Dışişleri Bakanlığına yönelik yoğun eleştiriler yer alıyordu. Rapor gazetelerde geniş yer aldı ve Washington’da Obama ve Hillary Clinton Clinton’un olayı örtbas örtmekle suçlayan Cumhuriyetçilerin öfkesini kabarttı. Rapora eklenen ve kamuoyuna açıklanmayan çok gizli belgede Obama ve Erdoğan yönetimleri arasında 2012 başında varılan gizli bir anlaşmadan söz ediliyor. Anlaşma « Rat Line » üstüneydi. Anlaşma hükümlerine göre söz konusu oluşumun finansmanı Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar tarafından üstlenilecekti; CIA, İngilizlerin MI6’sının desteğiyle Kaddafi’ye ait silahların Suriye’ye aktarılmasından sorumluydu. Bunun için Libya’da bir bölümü Avustralya ortaklı olan belli sayıda göstermelik şirket kurulmuştu. Gerçek işverenlerinin tam olarak kim olduğunu bilmeyen emekli Amerikan askerleri tedarik ve nakliye operasyonunun yönetimi için işe alındılar. Operasyon, biyografisinin yazarı olan kişiyle bağlantısının ortaya çıkmasından bir süre sonra istifa edecek olan CIA direktörü David Petraeus tarafından yönetiliyordu. (Petraeus’un sözcüsü bu operasyonun varlığını inkar etmiştir).

Operasyon uygulandığında 1970 yılından beri yürürlükte olan yasaların çiğnenmesi pahasına istihbarat komisyonlarına ve Kongre yöneticilerine bilgi verilmedi. MI6’in dahil olması, görevi irtibat operasyonu olarak sınıflandırarak CIA’ye yasa kapsamına girmeme imkanı verdi. Eski istihbarat yetkili bana belli bir dönemde CIA’nin istisnai olarak irtibat operasyonlarını Kongreye bildirme zorunluluğunun olmadığını anlattı (CIA’nin önerilen tüm gizli operasyonları yazılı bir belgede kayıt altına alınmalı ve üst düzey kongre yöneticilerinin onayına sunulmalıdır). Ek belgeye sadece raporu yazan yardımcılar ve Kongrenin en üst düzey yöneticileri ulaşabiliyorlardı. Temsilciler Meclisi ve Senato’daki ve istihbarat komisyonlarındaki Demokrat ve Cumhuriyetçi yöneticileri. Bu sekiz yöneticinin soru sormak üzere ya da aldıkları gizli istihbaratı tartışmak üzere bir araya gelme alışkanlıklarının olmadığını düşündüğümüzde bu önlemin aslında etkili bir denetim iradesi taşıdığını iddia edemeyiz.

Ek belge saldırıdan önce Bingazi’de olan bitene ilişkin her şeyi söylememişti ve aynı şekilde Amerikan konsolosluğuna neden hedef alındığına açıklayamamıştı. « Konsolosluğun tek görevi silahların nakline ilişkin bir yasal örtü sağlamaktan ibaretti » diyor ek belgeyi okuyan istihbarat görevlisi. « Bir reel politik işlevi yoktu ».

Konsolosluğa karşı gerçekleşen saldırıdan sonra, Washington CIA’nin Libya’dan silah transferiyle ilgili görevine aniden son verdi, ancak « Rat Line » aynen korunmaya devam edildi. « ABD Türklerin cihatçılara aktardıklarını artık denetlemiyorlardı ». Birkaç hafta içerisinde, kırk kadar MANPADS olarak adlandırılan karadan havaya taşınabilir füze isyancıların eline geçti. 28 Kasım 2012’de Washington Post’tan Joby Warrick, önceki gün isyancıların Halep yakınlarında bir Suriye nakliye helikopterini vurmak için bir Manpad füzesi kullandıklarını kaydetti. Warrick’in yazdıklarına göre, « Obama yönetimi, bu silahların teröristlerin eline geçerek sivil uçakların düşürülmesinde kullanılabileceği kaygısıyla bu tür füzelerin Suriyeli muhaliflere verilmesini daima kesin bir şekilde reddetmişti ». Ortadoğu’da görev yapan iki istihbarat memuru Katar’ı kaynak olarak gösterdiler ve ABD istihbaratının eski bir analisti Manpads füzelerinin isyancıların eline geçen Suriye ileri karakollarından ele geçirilmiş olabileceği varsayımını öne sürdü. Manpads’lerin isyancıların eline geçmesinin, Amerikan denetiminden kaçan bir yasadışı Amerikan programının istenmeyen sonucu olduğunu gösteren herhangi bir işaret yoktu.

2012 yılının sonunda, Amerikan kamuoyunda geçerli olan yaygın kanaate göre isyancılar savaşı kaybetmek üzereydiler. Eski istihbarat sorumlusuna göre « Erdoğan her zamanki gibi çok hiddetlenmiş ve kendini eskimiş bir çorap gibi terk edilmiş hissetmişti. Bu onun sermayesiydi ve mücadeleye ara verilmesi ihanet anlamına geliyordu. »  2013 ilkbaharında Amerikan istihbarat servisleri Türk Hükümetinin istihbarat servisi MİT ve jandarması aracılığıyla, kimyasal silah üretiminde doğrudan El Nusra ve müttefiki örgütler ile işbirliği içerisindeydi. Eski istihbarat yetkilisine göre « MİT isyancılarla kurulan siyasal bağlantılardan sorumluyken jandarma yürütülen operasyonlarda askeri lojistik, danışma ve eğitimden sorumluydu ». «2013 ilkbaharında Türkiye’nin rolünün güçlendirilmesi alanda yaşanan sorunlara çözüm olacağı düşünülüyordu. Erdoğan cihatçılara verdiği desteği kestiği anda her şeyin biteceğini gayet iyi biliyordu. Suudiler, silahların aktarılması konusundaki güçlükler ve mesafe nedeniyle oluşan lojistik zorluklar nedeniyle savaşta doğrudan destek sunamıyorlardı. Erdoğan, ABD’ye müdahale imkanı verecek şekilde kırmızı çizginin aşılacağı bir olayın gerçekleşmesini umuyordu. Ancak Obama Mart ve Nisan aylarında gelişmelere beklediği tepkiyi vermedi. »

16 Mayıs 2013’ta Beyaz Saray’da yüz yüze görüşen Erdoğan ve Obama arasında kamuoyuna yansıyan herhangi bir anlaşmazlık işareti yoktu. Görüşmeyi izleyen basın toplantısında Obama her iki liderin Esad’ın « gitmesi gerektiği » konusunda mutabık kaldıklarını söylüyordu. Suriye’nin kırmızı çizgiyi aşıp aşmadığı konusundaki düşüncesi kendisine sorulduğunda Obama kimyasal silahların kullanıldığına ilişkin kanıtlar bulunduğunu, ancak « olan biten hakkında daha kesin bilgiler edinmenin önemli olduğunu » sözlerine ekledi. Kırmızı çizgi henüz aşılmamıştı.

Washington ve Ankara’daki yetkililerle düzenli olarak görüşme imkanı bulan bir Amerikan dış politikası uzmanı, bana Mayıs ayındaki ziyaret sırasında Obama ve Erdoğan arasında bir çalışma yemeğini düzenlendiğini anlattı. Yemek boyunca Türkler Suriye’nin kırmızı çizgiyi aştığına yönelik savlarını ve Obama’ya müdahale konusundaki çekingenliğinden dolayı şikayetlerini ısrarla dile getirdiler. Obama’nın yanında John Kerry ve yakın zamanda görevden ayrılacak olan ulusal güvenlik danışmanı Tom Donilon bulunmaktaydı. Erdoğan’a ise Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ve MİT Müsteşarı Hakan Fidan eşlik ediyordu. Fidan, Erdoğan’a çok yakın bir bürokrat ve Suriye’deki radikal isyancıların daimi destekçisi olarak biliniyor.

Dış politika uzmanı bana söz konusu görüşmeye ilişkin kendisine Donilon tarafından kısa bir özet yapıldığını söyledi. (Bu durum daha sonra, konuyu bizzat üst düzey bir Türk diplomattan bilgi alma imkanı bulan eski bir Amerikalı yetkili tarafından teyit edildi). Uzmana göre Erdoğan toplantı sırasında Obama’ya kırmızı çizginin aşıldığının kanıtlanmasını istemiş ve savını savunmak üzere özellikle Fidan’ı yanında görüşmeye götürmüştü. Erdoğan toplantı sırasında sözü Fidan’a aktarıp Fidan konuşmaya başlayınca Obama hemen müdahale etti ve « bunlardan haberimiz var » dedi. Erdoğan bir kez daha Fidan’ı konuşmaya davet ettiğinde Obama bir kez daha « haberimiz var » diyerek sözünü kesti. Donilon’un uzmana anlattığına göre o anda Erdoğan Beyaz Saray içerisinde sinirlenerek Başkan’a karşı lanet olası işaret parmağını oynatarak « ama sizin kırmızı çizginizi aştılar! » diye müdahale etti. Bunun üzere Obama parmağıyla Fidan’ı işaret ederek « Suriye’de aşırı uçlarla neler karıştırdığınızı biliyoruz. » (Geçen Temmuz ayında Council on Foreign Relations’a –Dış ilişkiler Konseyi- katılan Donilon anlatılarla ilgili yönelttiğimiz sorulara yanıt vermedi. Türk Dışişleri Bakanı da yemeğe ilişkin sorulara yanıt vermekten kaçındı. Ulusal Güvenlik Konseyinin bir sözcüsü yemeğin gerçekleştiğini teyit etti ve Obama, Kerry, Donilon, Erdoğan, Fidan ve  Davutoğlu’nu masa başında gösteren bir fotoğraf gösterdi. Ancak bunun dışında yapılan tartışmalara ilişkin ayrıntı veremeyeceğini sözlerine ekledi).

Ancak Erdoğan ABD’den elleri boş dönmedi. Obama Türkiye’ye, ABD’nin bu ülkeye karşı yaptırımlar listesinin bir parçası olan önlemlerden biri olan Iran’a altın ihracatını yasaklayan başkanlık kararnamesinde yer alan bir boşluktan yararlanmaya devam etmesine izin vermeyi sürdürdü. Mart 2012’de, AB tarafından İran Bankalarına yönelik olan yaptırımlar nedeniyle, uluslararası para transferlerini kolaylaştıran SWIFT elektronik ödeme mekanizması, ülkenin uluslararası ticaret yeteneğini ciddi bir şekilde sınırlandırarak onlarca İran mali kuruluşunu sistem dışına attı. ABD Temmuz ayındaki kararnamenin uygulamasını yakından takip ettiler ancak daha sonra bir « altın bahane » olarak tanınması gereken olguya göz yumdular: İran kökenli özel kişilere yönelik altın sevkiyatı sürdürülmeye devam etti. Türkiye İran’dan büyük miktarda petrol ve gaz satın alıyor ve bu alımlar karşılığında yapacağı ödemeleri Türkiye’de açılan bir İran hesabına Türk lirasıyla yaparak bu altın bahanesinden, kaçamağından yararlandı. Yatırılan bu paralar daha sonra İran’a ihraç edilen altınların satın alımında kullanıldı. Mart 2012 ve Temmuz 2013 tarihleri arasında İran’a transfer edilmek üzere 13 milyar dolar değerinde altın satın alındı.

Söz konusu program çok kısa sürede Türkiye, İran ve Birleşik Arap Emirliklerindeki yolsuzluğa bulaşmış iş adamları ve politikacılar için zahmetsiz bir gelir kapısına dönüştü. « Aracılar her zamanki işlevlerini üstlendiler » diyor eski istihbarat sorumlusu. « Her geçişte yüzde 15 kazandılar. CIA’ye göre iki milyar dolara yakın bir gelirin oluştuğu. Oluk oluk Altın ve Türk Lirası akıtılıyordu. » Aralık ayında patlayan « gaza karşı altın » skandalıyla yasadışı trafik gün ışığına çıktı ve aralarında hükümete yakın üst düzey yetkililerin ve iş adamlarının da aralarında olduğu yirmiye yakın kişinin suçlanması, içlerinden birinin Erdoğan’ı istifaya davet ettiği üç Bakanın istifasıyla sonuçlandı.  Skandalın odağında bulunan Türk Devletinin denetimindeki bir Bankanın icracı genel müdürü, polisin baskınıyla evinde yapılan arama sırasında ayakkabı kutularında bulunan 4,5 milyon dolardan fazla nakit paranın hayırsever faaliyetlere yönelik olduğu konusunda ısrar etti.

Geçen yıl, Foreign Policy dergisindeki yazılarıyla Jonathan Schanzer ve Mark Dubowitz, Obama yönetiminin Ocak 2013 itibariyle altın bahanesi yolunu kapattığını ancak « altı ay süresince yasanın yürürlüğe girmemesi için bakı yaptıklarını » yazdılar. Aynı yazıda yazarlar verilen bu sürenin İran’ı nükleer programıyla ilgili görüşmelerde masaya oturmaya zorlamak ya da Suriye iç savaşı sırasında Türk müttefikinin üstlendiği mali yükleri hafifletmek amacını taşıdığını belirtiyorlar. Tanınan süre sayesinde İran « yaptırımların yükünü azaltacak şekilde, altın aracılığıyla fazladan birkaç milyar dolar toplamış oluyordu ».

CIA’nin Suriye’ye silah sevkiyatına desteğine son vermek yolundaki Amerikan kararı Erdoğan’ı askeri ve siyasi olarak savunmasız bıraktı. Eski istihbarat yetkilisi « Mayıs ayında gerçekleştirilen zirvede sorulan sorulardan biri de Türkiye’nin Suriye’deki isyancıların ikmali için tek seçenek olup olmadığı konusuydu » diyor. « Ürdün’den geçmek mümkün değildi çünkü güneydoğudaki yol çok ortadaydı ve Suriyeliler buraya hakimdi. Lübnan sınırındaki vadi ve tepelerden geçmek de çok riskli çünkü diğer tarafta kimin kucağına düşeceğiniz belli değil. ABD’nin isyancılara yönelik askeri desteği olmadan Erdoğan’ın Suriye’de kendi kontrolü altında diz çökmüş bir yönetim yaratma düşü buharlaşıyor ve bu durumun bizim yüzümüzden oluştuğunu düşünüyor. Suriye savaşı kazanırsa, isyancıların başka bir yere gidemeyeceklerinden hareketle kendisine yönelme riskinin bulunduğunun farkında. Bu olasılıkta arka bahçesinde binlerce köktenci militanla karşı karşıya kalması söz konusu olacak. »

Amerikan istihbaratına çalışan danışmanlardan biri 21 Ağustos’tan birkaç gün önce bana Dempsey ve Savunma Bakanlığı müsteşarı Chuck Hagel tarafından hazırlanmış, Erdoğan yönetiminin isyancıların durumunun gittikçe kötüleşmesinden « çok kaygılı » olduğunu anlatan çok gizli bir bilgi notu gördüğünü söyledi. Analizde yer alan görüşlere Türk yetkililerin bir an önce ABD’yi silahlı müdahaleye çekecek bir şeyler yapılması gerektiğini düşündükleri konusuna dikkat çekiyor ve ABD’li yetkilileri uyarıyordu. Yaz sonuna doğru, eski istihbarat yetkilisine göre Suriye Ordusunun isyancılar üzerindeki üstünlüğü devam ediyordu ve Amerikalıların yapacağı olası bir hava müdahalesi bu olumsuz dengeyi rahatlıkla tersine çevirebilirdi. Sonbaharda, 21 Ağustos olayları üzerinde çalışmalarını sürdüren ABD istihbaratı analistleri  « söz konusu saldırıları Suriye’nin gerçekleştirmediğini anladılar. Ancak asıl önemli soru şuydu, Suriye gerçekleştirmediyse bunu kim yaptı? Hemen Türkler suçlandı, çünkü bunu gerçekleştirebilecek tüm unsurlar ellerinin altındaydı ».

21 Ağustos saldırıları sonrasında toparlanan istihbarat bilgileri ve diğer veriler toplanırken, istihbarat çevreleri şüphelerini destekleyecek kanıtlara ulaştı. « Bugün artık Obama’yı kırmızı çizginin aşıldığına ikna etmek üzere Erdoğan’ın adamlarınca düzenlenen yasadışı bir operasyonun söz konusu olduğunu anlamış bulunuyoruz » diyor eski istihbarat sorumlusu. « Çıta yükseltilmeliydi ve BM müfettişleri Şam yakınlarındayken (müfettişler daha önce düzenlenen sarin gazı saldırı vakalarını incelemek üzere 18 Ağustos’ta Suriye’ye gelmişlerdi) bir kimyasal saldırı düzenlenmeliydi. Geniş yankı uyandıracak bir operasyon gerçekleştirilmesi tasarlanıyordu. Kurumumuzun üst düzey yetkilileri DIA’ye ve diğer istihbarat kaynaklarına Sarin gazının Türkiye’den getirildiğini ve bu ikmalin Türkiye’nin bizzat yardımı olmaksızın gerçekleştirilemeyeceğini söylemişlerdi. Türkler aynı zamanda gazın üretimi ve kullanımı konusunda eğitimi de verdiler. Bu söylemin büyük bölümü, saldırı sonrasında dinlemeye takılan bizzat Türklerden geldi. Hazırlık aşamasında bu tür operasyonlar daima süper gizlidir ancak faaliyet gerçekleştirildikten sonra iş bununla övünmeye geldiğinde tüm gizlilik kuralları ihlal edilir. Böylesi bir operasyonun en zayıf noktası faillerinin övünme hastalığıdır. » Erdoğan’ın Suriye’de yaşadığı sorunlar yakın zamanda çözümlenecekti. « Gazı göndeririz ve Obama da kırmızı çizginin ihlal edildiğini söyleyerek Amerika Suriye’ye saldırır. Bu ayın planı buydu. Ancak plan öngörüldüğü şekilde gerçekleşemedi. »  

Saldırıdan sonra elde edilen istihbaratlar Beyaz Saray’a kadar ulaştırılmadı. Eski istihbarat sorumlusuna göre « kimse bu konu üzerinde konuşmak istemiyor. Değerlendirmelerini destekleyen hiçbir istihbarat servisi analizi olmamasına karşın herkes Başkan’a yanıldığını söylemekten çekiniyor. Beyaz Saray misilleme operasyonunu iptal ettiğinden beri Suriye’nin Sarin gazı saldırısını gerçekleştirdiğine ilişkin bugüne kadar en küçük kanıt dahi elde edilemedi. Hükümetimiz bu konuyla ilgili hiçbir şey söyleyemez çünkü tamamen sorumsuz bir şekilde davrandık. Ve işin başında Esad’ı suçladığımız için artık geri adım atıp onun yerine Erdoğan’ı bundan sorumlu tutmamız mümkün değil. »

Türkiye’nin kendi çıkarları için Suriye’deki olayları yönlendirme iradesi, yerel seçimlerden birkaç gün önce, geçen ayın sonunda, Youtube’te yayınlanan ve Erdoğan ve yardımcıları arasında gerçekleştirilen bir toplantıya ait ses kaydıyla kısmen teyit edildi. Ses kaydında Türk Ordusunun Suriye’ye müdahalesine gerekçe oluşturacak bir false flag (sahte bayrak) operasyonunun gerçekleştirilmesi tartışılıyor. Halep yakınlarında bulunan ve Suriye Fransa egemenliği altındayken Türkiye’nin denetimine bırakılan, Osmanlı İmparatorluğunun kurucusu Osman Gazi’nin dedesi Süleyman Şah’ın türbesinin bombalanmasından söz ediliyor. İslamcı isyancı fraksiyonlardan biri zaten bir süredir putperestlik imgesi olarak gördükleri türbeyi yok etme tehditleri savuruyor ve Erdoğan Hükümeti de buna şiddetle karşılık vereceğini belirtiyordu. Bu ses kayıtlarına ilişkin Reuters’de yayınlanan bir makaleye göre, toplantıda muhtemelen Fidan’a ait olan bir ses provokasyon yaratılmasından söz ediyor: « Bakın Komutanım (Erdoğan), eğer bir gerekçeye ihtiyaç varsa, diğer tarafa dört adam gönderirim. Onlara türbe yakınlarındaki bir boş araziye dört tane füze attırırım. Bu hiç de zor bir şey değil. Böylece haklı bir gerekçe yaratmış oluruz. » Türk Hükümeti yayınlanan ses kayıtları sonrasında Suriye’den kaynaklanan tehditlere ilişkin bir ulusal güvenlik toplantısının gerçekleştirildiğini kabul etti ancak gerçekleştirilen kayıtların montajlandığını belirtti. Türk Hükümeti kısa sürede Youtube’a erişimi engelledi.

Obama’nın politikasında büyük bir değişim olmadıkça, Türkiye’nin Suriye’deki iç savaşa müdahalesinin devam etmesi muhtemeldir. Eski istihbarat sorumlusunu bana « meslektaşlarıma, özellikle de işlerin kötü gittiği bugünlerde Erdoğan’ın isyancılara kesintisiz olarak verdiği desteği durdurmanın imkanı olup olmadığını sordum » dedi. « Bana verdiği yanıt « elimiz kolumuz bağlı » oldu. Erdoğan’dan başka biri söz konusu olsaydı olan biten her şeyi kamuoyuna açıklayabilirdik ancak Türkiye çok özel bir konuma sahip. NATO’nun üyesi. Türkler batıya hiç güven duymuyor. Eğer çıkarlarına aykırı davranırsak bizimle ortak hareket etmezler. Erdoğan’ın gaz konusundaki rolünü kamuoyuna açıklarsa bu bir felaket olur »     

İngilizce özgün kaynak : londonreviewofbooks [ http://www.lrb.co.uk/v36/n08/seymour-m-hersh/the-red-line-and-the-rat-line  ]

(Investig’Action sitesinde 10 Nisan 2014 tarihinde Seymour Hersh imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir http://www.michelcollon.info/Obama-Erdogan-les-rebelles-syriens.html)