Skip to main content

Tsahal: bir barbar ordusu

tsahal barbare ile ilgili görsel sonucu Nablus’ta, hava kararır kararmaz, devasa bir savaş gücüne sahip işgal ordusu « Tsahal »’ın estirdiği terör havası daha da şiddetli hissediliyor. Her gece, asker yüklü onlarca araç kuşatma altındaki kenti istila ediyor.

İnsanlar sadece Filistinli oldukları için ölüme gittiklerini biliyorlar. Bu, haklarından, bir yaşamı yaşanabilir kılan her şeyden mahrum bırakılan koskocaman bir ulustur. Bunu son zamanlar halkın hiçbir zaman olmadığı kadar boğulduğu ve zulüm altında inlediği Nablus’ta daha da yoğun olarak hissediyoruz.

Geçen akşam aralarından dört kişinin tutuklanmasından sonra, genç Filistinliler bir İsrail devriyesine el yapımı bombayla saldırarak bir askeri öldürdü. Halk buna misilleme olarak baskının artmasını bekliyordu.

Ve beklenen de oldu. Bir sonraki gece, gece yarısından önce, bombardıman uçakları ve insansız hava araçları kentin üzerinde uçtu, ardından tanklar ve cipler geldiler. Askerler her yerden ateş açıyorlardı ve mermiler kapılardan ve duvarlardan sekerek kulakları sağır eden bir gürültü çıkarıyordu. Bu çok kaygı vericiydi.

Oteldeki birkaç müşteri ve bir avuç çalışanla birlikte aynı odada bir araya geldik. Komşum çarpıcı bir şekilde « Beethoven çalma tarzları bu » diye yorumda bulunuyordu.

Böylesi korkunç bir ordunun varlığıyla, mutlak hakimiyeti altında tuttuğu, kendilerini toprak altına gömmek ve bu çılgınlığın sona ermesini beklemek zorunda bırakılan bütün bu insanların hayatının hiçbir değerinin kalmadığını daha da yoğun bir şekilde kavrıyoruz.

En dayanılmaz olanı da Brooklyn, Buenos Aires, Marsilya, v.b. yerlerden gelen İsrail devletinin sadık ve küstah hizmetkarları sömürgecilerin ellerindeki silahların ezici üstünlüğüdür.

İnsanlar aralarında çocuk, yaşlı, kalp hastaları, hamile kadınlarının da yer aldığı komşularının insanlığını nasıl böyle ayaklar altına alabilir? Ne yazık ki onlarda insanlığın kırıntısı dahi yok. Onların bu davranışı ancak ırkçılıkla açıklanabilir.

Burada İsrail’in, onur ve saygınlığının kimi zaman işgalci ordunun şiddetine bir meşru müdafaa tavrıyla yanıt veren bir aile babasını, bir çocuğu İsrail’in neden bir « terörist », « wanted », « fanatik » olarak adlandırdığını daha iyi anlıyorsunuz.

Bütün acımasız kontrol noktalarında aşağılanan, akıl almaz bir sefalete sürüklenen bu insanların birçoğu İsrail zindanlarındaki ve Şin Bet işkencecilerinin uyguladıklar zulümle tanıştılar ve bunu bedenlerindeki yara izlerinde taşımaktadırlar. Günden güne onların vahşiliklerine maruz kalmaya öylesine alışmışlar ki bizimle sanki bütün bunlar olağan şeylermiş gibi konuşuyorlar. Sokaklarını işgal eden, « Fucking Arabs » ve kadınlara yönelik « Fucking mothers and sisters… » türünden dinsel ya da cinsel içerikli hakaretler yağdırarak gelen geçenin üzerine ateş açan askerler tarafından taciz edilmek olağan.

Batıda yerleşik önyargıların aksine, Müslüman toplumunda kadınlar babaları ve eşleri tarafından çok saygı görüyor ve korunuyor. Geceleyin « teröristleri » aramak için evlerin mahremiyetini ihlal eden, onları sokağa çıkmaya zorlayan askerlere pijamalarıyla yakalanmamak için sürekli giyinik olarak bekliyorlar.

Filistinliler, Filistin adı verilen bir ülkede doğdular. Ama artık Filistin diye bir şey kalmadı. İsrail bu ülkeyi tamamen yuttu. Beş milyon Filistinli dünyanın dört bir yanına dağıldı ya da « mülteci kamplarında » yaşamaya zorlandı. Dört buçuk milyon Filistinli, 1948’den beri işgal altındaki Batı Şeria ve Gazze’deki toprak kırıntılarında, her geçen gün yoksullaşarak, bölünerek, gettolaşarak yaşam mücadelesi vermektedirler.

Maruz kaldıkları şiddete doğrudan tanık olunca, üzerilerine açılan ateş altında kaygılarını ve çaresizliklerini onlarla birlikte paylaştığınızda, siz de « barış », « demokrasi », « insan hakları »ndan söz eden ve her gece İsrail Ordusunun onları katletmeye gelmesine izin veren bütün bu demokratik devletlere karşı öfkeye kapılıyorsunuz.

Yine aynı şekilde, etkin bir şekilde acilen harekete geçmeye ve İsrail’in boykot edilmesine (BDS) yönelik çıkarılan aklıselim ve samimi sesleri duymazdan gelmek için « anti-semitizm » ve « inkarcılık » damgalamalarından bolca yararlanan, -sadece Fransa adına Bernard Ravenel, Dominique Vidal, Michel Warshavsky, Isabelle Avran, Michèle Sibony, Pierre Stambul, Richard Wagmann gibi- dayanışma hareketi sorumlularına karşı da öfke duyuyorsunuz.

Bu dayanışma hareketi sorumlularının, direnişi tasfiye etmek için işgalci ile açıkça işbirlikçik yapan FKÖ temsilcilerini desteklediklerini bilme düşüncesi karşısında isyan ediyorsunuz. İsrail Ordusu suç işlemeye devam ederken, onların olayları saptırıp, gerçekten Filistin direnişinin kazanmasını isteyenleri anti-semitizm ile suçladığını öğrenince isyan ediyorsunuz.

Filistinlileri masallarla uyutan ve onlara sadaka vermeye, onların adına konuşmaya, onlar için olan bitene onların yerine karar vermeye devam eden bu toplumun bir parçası olduğunuz için utanç duyuyorsunuz.

Silah sesleri iki saat sürdü. M16, M18’lerin, işi bilenler için duvarlarda büyük delikler açan ve korkunç bir şekilde insanların organlarını parçalayan « Doçkalarla » yapılan 250, 500’lük mühimmatların atışıydı bunlar. Bu, bir orduyla savaşmak üzere donatılmış bir ordudur. Oysa karşılarında bir ordu yoktur; dehşete düşmüş çocuk ve kadınlar vardır.

Ardından savaş patırtıları kesildi.

Herkesin beklentisinin aksine askerler, kimseyi tutuklamadan ve öldürmeden şafakla birlikte çekip gittiler. İnsanlar gün boyunca bunun ne anlama geldiğini, daha da tehdit edici neyin hazırlanmakta olduğunu kendilerine sorarak diken üstünde kaldılar.

Bir sonraki gece askerler, taburlar halinde geri geldiler. Kimsenin beklemedikleri bir yerde, söylediklerine göre aranan ve saklanmak için başka hiçbir yer bulamayan yüze yakın « şüphelinin » sığındıkları şehrin eski merkezinin dışındaki bir idari binanın çevresinde mevzilendiler.

Buraya kimseyi yaklaştırmıyorlardı; halk, bu 19 Temmuz günü sabahında olan biten hakkında tamamen habersizdi. Söylentilere göre çevresi sarılan bu binanın içinde « 82 şüpheli » bulunuyordu ve aralarında 4’ü öldürülmüştü.

Kesin olan bir şey varsa o da bu karakolun içinde çarpışmadan teslim olan Filistin güvenlik güçlerine bağlı 150 kişi bulunuyordu. Sıkılan kurşunlar ve kullanılan patlayıcılar kurbanlara neden olmuştu: altı ölü ve 60 yaralı. Bu satırları yazdığım saatte, İsrail Ordusunun başlattığı « şüpheli » avı hala sürüyordu.

Bütün bunların aynı sıralarda daha da bir geniş ölçekte Lübnan’da devam eden savaşla karşılaştırıldığında önemsiz göründüğü söylenebilir.

Bu yoğun baskının Filistinlilerin gündelik hayatının bir parçası olduğunu hatırlatmamız gerekir; 2000 yılından bugüne dek İsrail Ordusu, on binlerce sakat kalanı bir yana koyarsak, bin çocuk ve birkaç bin yetişkinin canını aldı. Ve bu cehennem azabı henüz bitmedi.

İsrail’in Lübnan’a yaydığı savaş bir bütünün parçasıdır. Tahakküm iradesine direnen halkların ortadan kaldırılması söz konusudur.          

Silvia CATTORİ

(22 Temmuz 2006 tarihinde www.silviacattori.net sitesinde Silvia CATTORİ imzasıyla yayınlanan Fransızca yazıdan Türkçeleştirilmiştir)