Öldürmeyeceksin!
Can çekişen taksi şoförünün korkunç bağırtıları, fabrika bacalarının soluk gölgesinin üzerinde yükselen yapraksız kara iskelet ağaçların dibinden ilerleyen bisikletçinin dikkatini çekmez. Jacek’in, tıpkı biriktirdiği suçluluk duygusu gibi, daha henüz pastanede eline dolamaya başladığı ip, ilk hamlede yanlışlıkla dolandığı şoförün ağzından, asıl hedefe yani boğazına doğru kaydığında çıkan seslerin tınısı değişir.
Lastikli çorap araç pedalı üzerine sürtünen ayağından sıyrılır. Gergin ipi boyunluğa dolayarak sabitleştirdikten sonra aracın bagajından aldığı levye bu kez devreye girer. Üst üste aldığı darbelerle takma dişleri balçık çamura düşen şoförün kana bulanan tebessüm ifadeli yüzünden firar eden ölümü çağrıştıran bakışı, ayaklarından tutularak sürüklendiği dere kenarında ağzından yakarışların çıkmasına engel olmaz. Çalışırken aç kalmaması için özenle hazırladığı sandviçini büyük zevkle yol kenarında bulduğu bir köpeğe yedirdiği karısını anar. Bu kez yüz ifadesini bir gömlek kapatır; iki elle kavranan yuvarlak bir iri taş, yarım kalan işi bitirir. Ses kesilir. Ezilen kafatasından sızan kan konuşmayı sürdürmeyi denese de, kumaşın köşeli desenlerini yumuşatmaktan fazlasını yapamaz.
Yedi dakika süren zorlu bir cinayet sahnesidir bu.
Avukatıyla bir türlü bitmek bilmeyen ama bir anlamda kendisini aklayan son görüşmesi, beklemekten usanıp hücresine inen cezaevi müdürü ve savcının müdahalesiyle sonlanır. Son sigarasını filtresiz tercih eder. Yüzüne okunan hüküm. Kıyısına geldiği ölümün korkusundan çırpınışını önlemeye çalışan gardiyanların bağırtıları, celladın urganı boynuna geçirişi, düzeneğin manivela yardımıyla yavaşça gerginleştirilmesi, ayaklarının altındaki kapağın açılması, aynı şoförünki gibi çaresizce asimetrik bir şekilde debelenen ayaklar, ayakların altında, kapağın dibine yerleştirilen mavi plastik leğene damlayan son dışkılar. Duran kalbi dinleyen doktor.
Beş dakika süren bir başka cinayet sahnesi.
İlkel anti-komünizmin tuzağına düşmemeye özen gösteren muhalif Kiesloswki, Dayanışma’ya karşı Jaruzelski rejiminin 13 Aralık 1981’de ilan ettiği olağanüstü hal sonrasında siyasetten uzaklaşmayı tercih etse de anavatanına olan aşkını hiçbir zaman yitirmemiştir: “Polonya aşkım, her gün birbiriyle didişen, karı-kocanın birbiri hakkında her şeyi bildiği, ama aralarından biri öldüğünde diğerinin de sonraki ay içerisinde vefat ettiği, yaşlı bir çiftin aşkına benziyor.”
Polonya Televizyonu için Tevrat’taki on emirden esinlenerek çektiği Dekalog dizisinin altıncı filmi Öldürme Üzerine Kısa Bir Film başlangıçta televizyon için 60 dakika olarak hazırlanmış ancak daha sonra 25 dakika daha eklenerek sinema filmine dönüştürülmüş. Kieslowski “Öldürmeyeceksin” emrinden hareketle cinayeti yani öldürme eylemini ele aldığı filminde, kendi deyimiyle “katilin ve ölüm cezasının şiddetini teşhir etmektedir”.
Böceği öldüren fare, fareyi öldüren kedi, kediyi infaz eden çocuklar, genç bir kızı taciz eden “iğrenç” evli taksiciyi tasarlamadan öldüren, birlikte içki içtikten sonra sarhoş traktör sürücüsü arkadaşının ezdiği, kendisini tek ve çok seven 12 yaşındaki kız kardeşinin ölümünden dolayı suçlu hisseden soğuk bakışlı Jacek’in, Kabil’den bu yana insanlığı adam edememiş olan hukuk perdesi ardında sistem tarafından en ince ayrıntısına kadar tasarlanarak katledilmesi.
Asıl kurbanlar, yani ne Jacek, ne kedi, ne şoför ne de Melek kalplı avukat Piotr, milisler, polis, yargıç, savcı, cezaevi müdürü, gardiyanlar gerçek “suçlu” değildir. Zamanımıza egemen toplumsal yapının özünde gizlenen görünmez (dolayısıyla ele gelmeyen) temel şiddet biçimleri, sevginin acımasızlığıyla güç kazanan “görünür” (kolayca kavranabilen ve cezalandırılabilen) şiddetin çok üzerindedir.
Yeşil filtrenin ardından ağır basan daimi bir grinin atmosferinde, büyütmek istediği ölen kız kardeşinin yıpranmış fotoğrafından hareketle Jacek’in fotoğrafçı kıza yönelttiği varoluşsal soru asılı kalır:
“Bir insanın yaşayıp yaşamadığı fotoğrafından anlaşılabilir mi?”.